21 Ağustos 2012 Salı

ÇANTA DA Kİ LER



Öyle Görünenlerin Hikayesi


Modern Bir Deli Dumrul Hikayesi


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            

Öyle Görünenlerin Hikayesi

Satır aralarını okumak için çırpınmanıza gerek yok. Zira Franzen zaten her şeyi olduğu gibi söylemekten çekinmiyor.

Son iki ayı kaldığını öğrendiğimizde koca bir yumruk oturdu midemize. Anneannem. Bakkala giderken arkamdan “Rujunu sürdün mü?” diye soran kadın. Kocası öldükten sonra hayalini gerçekleştirmek için koroya giren ve üzerine bir de solist olup, dünyayı dolaşan kadın. Hayatı her an ölecekmiş gibi yaşamaya başlayan, ölümden ölümüne korkan kadındı ve biz ölmek üzere olduğunu ona söyleyemeyecektik. Yan odada ağlayıp, sonra da makyajımızı düzeltecektik. Görünüşte zaman onun için iyi geçsin istiyorduk ama aslında henüz yazılmamış kendi anılarımızı düzeltiyorduk. Son bir saatinde, kalan üç nefesinden birini “Yine mi ayağın çıplak?” demek için kullandığında anlamıştım; düzeltmek o kadar da kolay değildi…

Belki de bu yüzden, Jonathan Franzen’in Düzeltmeler’i bitince telefona sarılıp annemi aradım. Düzeltmeler aşırı duygusallık, aile bağlarını kaybetmenin derin hüzünleri üzerine değil, kuşkusuz. Ama Franzen aile bireylerinin zihinlerinde öyle bir dolaşıyor ki –yine- bir an kendinizi kaybedip kahramanlardan biri olduğunuzu düşünmenize yol açıyor.

İki erkek bir kız çocukla, çekirdeği beş kişiden oluşan bir ailenin anıları, pişmanlıkları ve sebeplerinin arasında, iç ses dublajıyla çıkılacak bir yolculuk bu.

Franzen’in kaleminin ucundaki aile bu sefer Lambertlar. İki erkek bir kız çocukla, çekirdeği beş kişiden oluşan bir ailenin; anıları, pişmanlıkları ve sebeplerinin arasında, iç ses dublajıyla çıkılacak bir yolculuk bu. Aile kavramı yeniden yazılacak olsa: Aslında herkesin kendi isteği doğrultusunda yaşama arzusundan dolayı hayatı diğerlerine zorlaştırdığı topluluk denilebilir. Bu yüzden Franzen aklınızı alacak hiç duymadığınız bir hikaye anlatmıyor size. Ama hep duyduğunuz belki de yaşadığınız bir hikayeyi aklınızı alacak şekilde anlatıyor…

Herkesin Doğrusu

Anneler doğal olarak hem çocuklarının büyüyüp kendi ayakları üzerinde durmasını hem de kendilerini ihmal etmemelerini ister (çocuklarsa “bir gün anlayacaksın” cümlesinden nefret ederler zira içten içe bilirler ki, bir gün gerçekten anlayacaklardır). Tek istediği tüm ailesini Noel’deki büyük yemekte bir araya getirmek olan Enid; kocasından tek beklentisi biraz takdir edilmek olan ve buna ihtiyaç duyduğu için kendine acıyan bir anne. Onlar için hayal ettiklerinden çok farklı yaşamlar süren üç çocukları var: Chip, Denise ve Gary. Üniversiteden kovulup senaryo yazmaya başlayan; ama annesinin gazeteci ya da avukat olduğunu düşünmek istediği Chip. Evli adamlarla ilişki yaşadığı bile bile göz ardı edilen,ama yine de iş hayatındaki başarılarından dolayı Chip’e örnek gösterilen Denise. Aile kurmayı başarmış (her ne kadar ‘huysuz’ bir karısı olsa da) işinin başında, sözüne güvenilir Gary.

Yazar Jonathan Franzen olunca Düzeltmeler’in suya sabuna dokunmadan, tatlı tatlı aile meselelerinden bahsedip geçmesi beklenemez.

Bunlar tabii ki annenin gözünden kendi çocuklarının özeti. İşte, bu noktadan sonra Franzen aynı anda birkaç kişinin birden zihninde dolaşma duygusunu yaratıyor özenle. Anlık geçişlerle geçmişe dönüyor; 'öyle' gözükenlerin aslında neden 'öyle' olduklarını gösteriyor, görmek isteyen gözlere. Ona hamileyken annesiyle sevişmesinin pişmanlığıyla kızına, oğullarından farklı davranacağına söz veren baba örneğin... Ya da o babanın kızdığı tüm huylarına ve korktuğu hastalıklarına sahip olduğunu bilen oğul (Gary). Bunları kimse kimseye anlatmıyor ama herkes düşünüyor, biliyor - ve kuşkusuz yaşamaya devam ediyor. Birbirini suçlayarak, kendini sorgulayarak, kendini haklı çıkararak ve yine de bunu saklamak için bir şeyleri düzeltmeye çalışarak...

Yazar Jonathan Franzen olunca Düzeltmeler’in suya sabuna dokunmadan, tatlı tatlı aile meselelerinden bahsedip geçmesi beklenemez. Söz konusu para ve içten içe egosu olan ve kapitalizmle başa çıkmaya çalışan karakterler var. Tüm kurallarını okudukları kitaplardan seçen günümüz ebeveynleri (ve eğer ortada böyle kurallar varsa bunları birbirlerine karşı da kullanabileceğini bilen). Hastalıkların tedavisi için geliştirildiği öne sürülen ama içten içe Amerikan ceza sistemine adapte edilmek istenilen beyin programlama sistemi...

Satır aralarını okumak için çırpınmanıza gerek yok. Zira Franzen zaten her şeyi olduğu gibi söylemekten çekinmiyor. Tıpkı ırkçılığı eleştirisi yapan bir dışkının sözleri gibi: "Burası özgür bir ülke. Sizler azınlıktasınız, bense çoğunluktayım."

Düzeltmeler

Jonathan Foer

Sel Yayıncılık

496 Sayfa


Burcu Arman  (Sabit Fikir)


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            

Modern Bir Deli Dumrul Hikayesi

Müge İplikçi son romanı ‘Civan’la, insanın kader algısına ve ölümle olan ilişkisine değiniyor. Daha önce “Kısa Ömürlü Açelyalar”, “Cemre” gibi çok sayıda öykü ile okurlarıyla buluşan İplikçi, bu kez hikayesini epik bir dille anlatıyor. Karakterlerinin psikolojik derinliğini çoğu zaman kurduğu gerçek üstü anlatımla başaran İplikçi, hikayesine aldığı her bir imgeyle kurgusu arasında düğümler atmakta da ayrıca dikkat çeken bir kalem.

‘Civan’ ilk sayfalarında çok sayıda karakter tanıtttığı için kafa karıştırı gibi oluyor. Ama merkezinde tek bir olayın olması bu kafa karışıklığını hemen yok ediyor.

Bir sahil kasabasında geçen romanın iki ana karakteri var. Biri Rana diğeri Dumrul. Rana, kasabanın ileri gelenlerinden, varlıklı bir işadamının iki çocuklu eşi. Kendisi gibi varlıklı ya da kasabanın önde gelen memurlarının eşleriyle vakit geçiriyor. Ev partileri, konkenler... ilk bakışta bir kasaba sakinliği ve ortalama olarak herşeyin tıkır, tıkır işleyen yaşamlar...

Kasabadaki bu sakin hava Dumrul’un gelmesiyle dağılıyor.

Dumrul yeni emniyet müdürü yardımcısı olarak tayin olmuştur. Kızının trajik ölümüyle dengesini kaybeden Dumrul’u emekliye ayrılana dek vakit geçirmesi için bu kasabaya tayin ederler. Dumrul çocukluğunun geçtiği bu kasabayı çok iyi biliyor ve hikayenin ilk sırrı burada açılıyor. Dumrul, Rana’nın eski sevgilisidir. Bu gençlik aşkı, Rana’nın başka bir gençle evlendirilmesiyle sonlanıyor. Dumrul ile Rana’nın yıllar sonra yeniden karşılaşmaları ikisini de çok etkiliyor.

Rana’nın evliliğine, çocuklarına ve sürdüğü yaşama uyum sağlıyor. Çatlamış mutfak tezgına alıştığı gibi alışıyor aslında hayatındaki çatlaklara. Dumrul’un kasabaya gelmesinden kısa bir süre sonra Rana’nın kızı kaçırılıyor. Bu olay yıllar sonra eski sevgililerin arasında yeni bir bağ oluşturuyor. Emniyet müdürü yardımcısı Dumrul’la yakınlaşmasına, eski sevgilisini kızını kurtaracak biri olarak görmesine neden oluyor. Dumrul, kızını bulacağına dair Rana’ya söz veriyor. Ama kaybettiği kızı ile aynı yaşlarda olan kaçırılan kızı tanıdıkça, saplantılı bir ruh haline giriyor Dumrul.

Bütün bu olaylar, kasabanın Kurban bayramı hazırlığı içindeyken oluyor. Bayram hazırlıkları, konken partileri, evde hazırlanan börekler, çikolatalar ile romanın temposu ilk başlardaki sakinliğini tamamen yitiriyor. Hızla gelişen olaylar sürerken, diğer yandan da kasabaya sonradan taşınan doğulu yoksul aileler linç edilmek isteniyor. Her şeyin yerli yerinde olduğu kasabada son yaşanılanların tüm suçlusu doğudan gelen işçilere atılıyor. Kasabanın özellikle yüksek memurları, işverenleri doğulu işçileri rahatlarını kaçıran tehdit olarak görüyorlar.

ZIT KARDEŞLER

Müge İplikçi, hikayesinin merkezine aldığı olayların akışını sağlamak için çok farklı bir kurgu oluşturmuş. Romanındaki bazı karakterlerin aynı özelliklere sahip olmaları dikkat çekiyor. Eski sevgililerin ikisinin de iki kızlarının olması, ikisinin de kızlarından birini kaybetmiş olması, kurgunun önemli bir vurgusu olmuş. Aynı özelliklerin bize verdiği diğer bir yapı ise zıt yaratılışta kardeşler oluyor. Rana ve kardeşi Rüya arasındaki zıtlıklar bu anlamda net bir resim çiziyor. Rüya özgür yaşamayı, kendini hayatını seçmiş. Rana ise tam tersine sırf ailesi istediği için sevmediği biriyle evlenmiş. Kardeşler arasındaki bu zıtlık romanda Rana’nın kızlarında da devam ediyor. Kızların biri babasına benzerken, diğeri tıpkı annesi gibi. Rana’nın kaçırılan kızı kendisine çok benzeyeni. Diğer kızının aksine paylaşımcı, samimi bir çocuk olan kızın, evde temizlik işleri yapan Kürt kadının kızıyla yakınlığı da bu zıtlık anlamında önemli bir örnek.

İplikçi, romanı için kullandığı bazı simgeleri, hikayenin farklı yerlerinde bir birine bağlıyor. Rana’nın kızının evin bahçesinde ip atladığı sahneler, kaçırıldıktan sonra yerde ölü bir yılan gibi duran ipe dönüşüyor. Kaçırılan kızın ellerinin iple bağlanması ile Dumrul’un annesinin kendini banyoda iple asması da hikayede yine benzer bir bağlama yol açıyor.

Müge İplikçi, romanında insanın ölüme olan bağını anlatırken, Dede Korkut kitabında yer alan öykülerden biri olan “Duha Koca oğlu Deli Dumrul” destanına gönderme yapıyor. Deli Dumrul’un hikâyesi, ölüm karşısında insanın çaresizliğini anlatır. Roman kahramanı Dumrul, aynı Deli Dumrul gibi yaşadıklarından ötürü Tanrı’ya isyan eder. Kızının ölümü sonrasında geçirdiği travma Rana’nın kızının kaçırılmasıyla farklı bir boyut kazanıyor.

PINARLI KASABASINDAKİ IRKÇILIK AYAZAĞA’DA YAŞANDI

Romanın geri planında ise güncel bir sorun olan ırkçılık yer alıyor. Geçtiğimiz günlerde Ayazağa’da Kürt işçilerin linç edilmesi gibi burada da kasabanın yaşadığı olumsuz bir olayın bütün müsebbibi kürt işçilere bağlanıyor. Evleri taşlanıyor, çalıştıkları iş yerlerine işten çıkarılmaları için baskı uygulanıyor...

‘Civan’, hikayesi boyunca değişen temposuyla, insan psikolojisi üzerine kurulu yapısıyla, ve güncel konularla kurduğu bağla okurun çabuk ilişki kurabileceği bir kitap. Kitabın sonu ise gerçekten çok iyi. PEN Türkiye Merkezi’nin Temmuz kitabı olarak seçtiği ‘Civan’, yazın başından beri önümüze serilen ‘yaz kitapları’ndan kurtulmak için de iyi bir seçim olacaktır.

Civan

Müge İplikçi

Everest

228 sayfa



Sevda Aydın (Evrensel)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder