30 Ağustos 2012 Perşembe

AĞUSTOS BÖCEĞİ İLE KARINCA HİKAYESİ’NİN GİZLİ ŞİFRELERİ - GÜRKAN HAYDAR KILIÇARSLAN

Ben Ağustos böceklerini çok severim. Doğar doğmaz duyduğum ilk seslerden biri olmasından mıdır yoksa yaz gecelerinin ve sıcak gündüzlerinin değişmez artistleri olmasından mıdır doğrusu bilmiyorum. Ama kendilerini pek severim.

Bu böcekleri görmeniz neredeyse olanaksızdır ama yakınınızda bulunuyorlarsa inanılmaz gürültü yaratırlar. Hele hele kulağınızın hemen dibinde cırcır etseler perişan olursunuz. Davulun sesinin uzaktan hoş gelmesi gibi Ağustos böceklerinin tekdüze şarkıları da uzaktan sevimlidir.

Ağustos böcekleri yeryüzünün en ilginç canlılarından biridir. Çok kişi bilmez ama bunlar toprağın altında senelerce yaşarlar. En nihayetinde zamanı gelince toprağın üzerine çıkarlar ve kanatlı bilindik Ağustos böceği kıvamına ulaşırlar. Toprak üstünde yaşadıkları ömür pek kısadır. Birkaç hafta, bilemediniz bir iki aydır ömürleri. Oysa toprak altında senelerce yaşarlar. O bilindik kanatlı hallerine ulaşmadan önce larva halinde Türkiye’de 4 sene, kimi ülkelerde 2,3,5,7 ve hatta 17, evet yanlış okumadınız 17 sene kadar yaşarlar. Türkiye’deki çeşitleri genellikle 4 sene yoprak altında yaşarlar. 4 senenin sonunda her nasılsa nice sellere, erezyonlara, toprak kaymalarına ve bilcümle felakete dayanıp hayatta kaldıktan sonra birdenbire yeraltından çıkarlar. Daha sonra bilinen Ağustos böceği şekline şemaline bürünürler. Ondan sonra başlarlar yaygaraya. Sadece yaz haftaları boyunca yaşayacakları için karınlarının altında bulunan bir bölgeyi titreştirerek boyuna cırcır ederler. O minik cüsseleriyle çıkardıkları sesi kıyaslama yaparsak sonuç şaşırtıcıdır. Eğer Ağustos böcekleri insan boyutunda olsalardı ve çıkardıkları ses boyutlarına paralel olarak artsaydı ne pencere kalırdı ne kapı. Hatta bazı yorumlara göre duvarları dahi yıkabileceği öngörülmüştür. Neyse ki insan boyutunda değiller ve uzaktan gelen sesleriyle yaz gecelerine hoş bir fon oluyorlar.

Çok çeşitli türleri vardır. Amerika’da yaşayan bir türü 17 sene toprak altında yaşamaktadır ve ondan sonra çiftleşmek için diğer kuzenleri gibi epi topu birkaç haftalığına yeryüzüne çıkmaktadır. Tüm ağustos böcekleri sadece ve sadece çiftleşmek için ses çıkarırlar. Başka bir gayeleri yoktur. Türlerinin devamını sağlamak için yaygara ederler. Kısacası bütün yaz duyduğumuz o sesler birer aşk çığlığıdır.

Çocukluğumda ilk duyduğumda dehşete düştüğüm bir masal vardır. Aslında masal da değildir. Fabldır. Fabl, bilindiği üzere manzume şeklinde ders verme amacı güden, güldüren, düşündüren, genellikle hayvancağızları kahraman edinen kısa öykücükler sanatıdır. İşte “Ağustos Böceği ile Karıncanın Hikayesi” adlı fabl pek çoğumuz gibi bende de derin izler bırakmış, erken yaşta öğrendiğim, okuduğum, dinlediğim fabllardan biridir. Daha ilkokulda ilk muhalafetimi yaptığım fabllardan biridir. Oysa aradan yıllar geçti ve ilkokuldaki o çocukluk muhalefetimin yanlış hedefe odaklandığını anlıyorum şimdi.

“Ağustos Böceği ile Karıncanın Hikayesi” oldukça meşhurdur. Neredeyse bu kısa hikayeciği bilmeyen yoktur ama yine de kısa bir hatırlatma yapmak gerek. Hatırlanacağı üzere bütün bir yaz boyunca Ağustos Böceği lay lay lom yapmaktadır. Şarkılar söylemektedir. Müzik aleti çalmaktadır. Oysa karınca harıl harıl kış için hazırlık yapmaktadır. Hatta karıncanın bu yoğun çalışması ile Ağustos böceği dalga bile geçer. Derken kış gelir ve bizim cırcır böceği aç kalır, tir tir titreyerek karıncanın kapısını çalar. Ondan yiyecek ister. Çünkü kendisinin yiyeceği yoktur. Buna karşılık karınca ona geçmiş yazı hatırlatır. “Zamanında yediğin hurmalar” diye başlayan bir tiradın sonunda Ağustos böceğinin suratına kapıyı kapatır. Bizim Ağustos böceği açlıktan telef olur.

Kısa bir manzumeden ibaret olan bu öykünün ana çatısı budur. Peki ama bu hikaye nereden gelmiştir? Neden ilkokullarda bütün çocuklar bu hikayeyi öğrenmek zorundadır. Türkiye’de algılanış biçimi ile dünyanın başka yerlerinde algılanış biçimi arasında farklar var mıdır? Altı üstü bir böcük ile karınca deyip geçmeyin lütfen. Gelin beraber bir irdeleyelim dostlarım.

Bu hikayeyi çok kişi La Fontaine’den sanır. Oysa bilinen ilk yaratıcısı Antik Yunan’da ve hatta Anadolu’da yaşadığı sanılan Ezop’tur. Peki Ezop kimdir? Ezop bana göre Antik Yunan’ın bir çeşit Nasreddin Hoca’sıdır. Çünkü yaşayıp yaşamadığı bile kesin değildir. Bizim Nasreddin Hoca gibi fıkralarla değil de daha çok fabllar ile tanınır. Fakat herşeyden önemlisi Ezop bir köledir. Milattan beş altı yüz yıl önce yaşadığı sanılan enteresan bir köledir. Filozof değil ama bilge adam mahiyetinde bir köledir. Hatta halkın parasını çalmakla suçlanan birtakım siyasetçileri “tilki ile kirpi hikayesi” ile kurtardığı dahi rivayet edilmektedir ki o fabl tam bir Nasreddin Hoca fıkrası gibidir.

Siyasetçilerin davadan kurtulmak için yardım istedikleri Ezop mahkeme heyetine meşhur fablını anlatır. Bu hikayeye göre tilkinin sırtı pirelerden perişan vaziyettedir. O sıra kirpi yanına gelir ve tilkiye yardım etmek ister. Onu pirelerden kurtarmak ister. Ancak tilki yardımı reddeder. Kirpi “neden” diye sorar. Tilki, mevcut pirelerin karnının yeterince doyduğunu, yeni gelecek pirelerin aç olacağını, böyle bir riske giremeyeceğini söyler. İşte bu hikayeden sonra o yolsuz siyasetçilerin beraat ettiği rivayet edilir. Doğru veya yanlış dahi olsa Ezop böyle bir kimsedir.

Bu Ezop’un ilk olarak dünyaya getirdiği Ağustos Böceği ile Karınca hikayesinin orijinali Yunancadır ve daha sonra Latincede de yaz boyunca lay lay lom yapan böcek yine aynı Ağustos böceğidir. Ancak daha sonra İngiliz ve Alman edebiyatında ilgili böcek “çekirge” olarak yer almıştır. Ta ki Fransızca üstadı olan La Fontaine bu fablı Fransız edebiyatında yeniden Ağustos böceği olarak yazıncaya kadar.

Bugün dünyanın belirli ülkeleri yaz boyunca şarkı söyleyen böceği Ağustos böceği olarak, ama büyük çoğunluğu ise çekirge olarak yeni nesillere aktarmaktadır. Akdeniz iklimi ülkelerinde kahramanımız Ağustos böceğidir. Türkiye’ye ilk olarak Tevfik Fikret tarafından La Fontaine’den aktarma olarak sunulduğu için Türkiye’de bilinen hali çekirge değil, Ağustos böceğidir.

La Fontaine, 17 yüzyılda yaşamış bir Fransız fabl ustasıdır. Kendine ait olan eserleri olduğu gibi Ezop’un veya başkalarının eserlerini de ufak tefek değişiklikler ile yeniden yazmıştır. Bu değişiklikler daha çok vurgulama ile ilgilidir. La Fontaine’in versiyonu daha sonra Nazım Hikmet tarafından da Türkçeye aktarılmıştır. Halikarnas Balıkçısı’ndan İslamcı şair Sezai Karakoç’a kadar çok sayıda edebiyatçı La Fontaine’e saydırmıştır. Mevcut hikayede Ağustos böceğine haksızlık edildiğini vurgulamışlardır. Hatta Sezai Karakoç, “Allah’ın hiçbir canlıyı boş yere yaratmadığını” dile getirerek bu hikayede La Fontaine tarafından “sadece bütün yaz şarkı söyledi” diye hikaye sonunda açlıktan telef olan Ağustos böceğine zulmedildiğini dahi ima etmiştir.

Bu hikayeyi ilk dinlediğimde ben de Ağustos böceği taraftarları arasında yer aldım. Lakin büyük çoğunluğa hikayenin vermek istediği ders olarak sunulan şey bambaşkaydı. Zaten yukarıda bahse konu olan usta edebiyatçılar da kendi meşrebince Ağustos böceğine hak verdiler ama özellikle iktidarların kutsal kasesi olan eğitim-öğretim sistemi Ağustos böceğini haksız, karıncayı haklı gören bir tutum sergiliyordu.

Yaygın ve sıkıcı eğitim-öğretim sistemine göre bu hikayenin ana fikri, “daha sonra zorluk çekmek istemiyorsan zamanında çok çalış” veya “kış günlerinde yahut yaşlılıkta sefillik çekmek istemiyorsan zamanında çok çalış” gibi şeyler oldu nedense. Hatta mevcut düzenler, bırakın karıncayı, bireylere “eşekler gibi çalış” gibi bilinçaltı ve hatta üstü mesajlar dahi verdi bu masal ile. Bu yorumlar sadece Türkiye’ye has yorumlar değil elbette. Dünyanın diğer ülkelerinde de benzer ana fikirler ortaya çıktı. Lakin işin aslı başkaydı. Bambaşkaydı.

Bana göre, Ezop’tan önce La Fontaine yanlış anlaşıldı. Dolayısıyla ve bu yüzden “Köle Ezop” hiç anlaşılamadı. Bunu anlamak için her iki fabl ustasının yaşadığı dönemleri ve sosyal sınıflarını dikkate almak zorundayız. Bir basit masala bile sınıfsal bakamayacaksak zaten vay halimize!

La Fontaine, Ezop’dan uyarladığı bu hikayede bence Ağustos böceğine zırnık dahi vermeden kapıyı suratına kapatarak asıl karıncayı kötü adam olarak resmetmiştir. Gözlerden kaçan ciddi bir ayrıntıdır bu. Hatta ayrıntı bile olmayıp hikayenin en temel konusu budur. Yardımlaşmayı, paylaşmayı reddederek aç ve sefil durumda olan birine yardım etmeyen karıncanın “stokçuluğunu” ön plana çıkartır La Fontaine. Çünkü onun dönemi erken kapitalizmin stokçu ergenlik dönemidir. Kendisi ise varlıklı bir aileden gelip bu olguyu ziyadesiyle gözlemiştir. La Fontaine’e göre karınca o dönemin ilkel kapitalistidir. Her ne kadar şarkı türkü söylese de Ağustos böceği ise sefil halkın ta kendisidir.

Oysa hikayenin asıl kaynağı olan köle Ezop için durum tamamen farklıdır. Ezop ise Antik Yunan demokrasisi içinde bir garip köledir. Biraz önce aktardığım “Tilki ile Kirpi” hikayesinde olduğu gibi o dönemin kendine özgü şartları içinde söylemek istediklerini hayvanları konu edinerek söylemiştir. Ezop’a göre ise Ağustos Böceği pre-kapitalisttir. Çünkü karınca gibi çalıştırılan kendisinin de içinde olduğu sosyal sınıftır. Oysa soylular başta olmak üzere ayrıcalıklı sınıflar Ağustos böceği gibi şen şakrak günlerini gün etmektedir. Ezop ne yapsın? İntikamını ve içindekini bir fabl ile almıştır. Ezop’tan devrimci bir hikaye beklemek haksızlık olur. Ezop’un yapabileceği o soylu sınıflara “birgün bizim elimize düşeceksiniz ama kapıyı suratınıza kapatacağız” demekten başka birşey değildir.

Peki ama bu hikayenin günümüzdeki karşılığı nedir?

Hayvanlar alemi kendi alemlerini yaşar. Kendi doğalarını yaşarlar. Biz insanların hayvanlar üzerinden metafor yapıyor olmamız onların doğalarında bir değişiklik yaratmaz. Tilkiye kurnaz diye yafta takılmıştır misal. Ama bu yaftalar kültüreldir daha çok. Mesela, Türkiye’de hakaret olarak algılanan “ayı” sözcüğü Rusya ve Kanada’da iltifat dahi olabilir. Yine özellikle Batı kültürünün egemen olduğu coğrafyalarda belli başlı hayvanlar üzerinde ortak yargılar mevcuttur. Ancak Ezop ve La Fontaine yüzünden en çok Ağustos Böceği veya Çekirge ile Karınca bu ortak yargılardan nasiplerini almışlardır.

Kabul etmek lazım ki, karıncaların doğası birtakım kötü niyetkli insanlar tarafından kullanılmaktadır. Bu yüzden karıncalar istemeden insanlara kötü örnek olmaktadırlar. İnsanlardan karıncalar gibi çalışması beklenmektedir. Elbette bunu en çok istismar edenler her zaman ve her yerde olduğu gibi yine o haydut kapitalistlerdir. Karıncaların ateşli bir şekilde çalışıyor olmalarını kullanan bu haydutlar, insanların da soluksuz bir şekilde çalışmasını beklemektedirler. Oysa o sevimli karıncalar birtakım haydutlar daha fazla kendilerini sömürsün diye çalışmamaktadırlar. Aynı şekilde yine bu hikayeden beslenerek tembellik ile Ağustos böceği veya çekirge eşleştirilmiştir. Oysa Ağustos böcekleri ömürlerinin son haftalarında doğal olarak vur patlasın çal oynasın modunda çiftleşme derdindedirler. Çekirge ise daha uzun yaşayacak olsa da o da aynı dertten muzdariptir. Çoğalma derdindedir. Kısacası bu dünyada insandan başka tek bir hayvan haydut kapitalistler için çalışmak mecburiyetinde bırakılmamıştır. Bu hastalıklı hal sadece insanlığa özgüdür. Bunu da uygarlık olarak yutturmaya çalışmaktadırlar.

Kapitalizmin sabah akşam her kanaldan anlattığı masalların yanında “Ağustos Böceği ile Karıncanın hikayesi” ziyadesiyle masum kalmıştır. Fakat aynı kapitalizmin daha küçücük yaşlarda bireylerin zihinlerini bu hikayenin sahte ana fikirleri ile doldurmasına isyan etmenin zamanı geldi de geçiyor.
Hem Ezop’a, hem La Fontaine’e, hem Ağustos Böceği’ne ve hem de Karınca’ya kapitalizmin arakladığı saygınlıklarını vermek zorundaydım dostlarım. Masallara ve mesellere bile tecavüz ediyor bu vahşi düzen ve bu haydut kapitalizm. Pek yakında şu ağzındaki lokmadan olan “Karga ile Tilki”nin üstü örtülmüş şifrelerinde görüşmek üzere.


BirGün



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder