3 Haziran 2012 Pazar

HAKİKAT MÜSTEHCEN MİDİR?

Birçok felsefe okulunda gerçeklik, hakikat, açığa çıkmadıkça, görünür olmadıkça değer kazanmaz. Gerçeğin bir maddesi, bedeni, sureti ya da izi olmalıdır. Yani gerçeklik, bir tarafını göstermeli, teşhir etmelidir. Böyle kavrandığında, gerçeklikle müstehcenlik arasında kararsız bir sınır olduğu fark edilebilir. Kendini bir şekilde gösteren her şey gerçek midir sözgelimi? Pornografik neşriyatta olduğu gibi, cinsel edimin ‘dolaysızca’ gösterilmesi cinselliğin özünü açıklar mı? Martin Heidegger’in “tekniğin özü teknik bir şey değildir” demesi gibi, cinselliğin özü de bu saf cinsel eylemden, açık saçıklıktan fazlasını taşır mutlaka. Ama çekinmeden şu söylenebilir: Mevcut olan bir varlık kendisini açık eder, gösterir, en azından yokluğuyla varlığını duyurur.


Bazı felsefe okullarının peşinde olduğu bu gerçeklik, müstehcen, hatta mahrem ve bu yüzden gözden sakınılması, saklanması gereken bir taraf da barındırır. Kimi zaman böylesi felsefece ya da bilimsel bulgular, taşıdıkları dolaysız açıklık, müstehcenlik nedeniyle iktidarlar tarafından kapatılmaya, kovuşturulmaya uğrarlar, saklı tutulması için baskı altına alınırlar. Örneğin Sokrates, Galileo ya da Bruno bu baskılara maruz kalır.



Mevcut olan, var olan şeyler, az ya da çok bir açık seçiklik sergiler, kendilerini kısmen de olsa teşhir eder; bir yerini, parçasını gösterir, bir sırrını ele verir, itiraf eder. Gerçeğin ortaya çıkışı bu yüzden her zaman haysiyetli bir görünüm sergilemez. Gerçeği dile getirmenin, bir şeylerin sırrını açmakla, örtüsünü kaldırmakla ilişkili bir tarafı olduğundan, aynı zamanda tenin, yüzün altındaki yarayı göstermekle de ilişkilidir. Müstehcen bir gösteri, söz, edim, bir resme siyah bant çekilmesi, biplenmesi, poşetlenmesi işlemlerinde olduğu saklanması gereken zelil bir taraf da barındırır bu yüzden. Felsefede bu tür bir gerçeklik savunusunu Georges Bataille ve onun da üyesi olduğu Sosyoloji Okulu yapar. Birçok antropoloji çalışmasında da, ilkel toplulukların kendi kabile gerçeklerine, tabularına dokunan, sınırın ötesine geçen deneyimleri, benzer şekilde iğrenti yaratan durumlar gibi yaşanır, anlatılırlar. Durkheim de ‘kutsalın müphemliği’ olarak adlandırdığı olguda, kutsal varlıklara dokunan, yüzleşenlerin sahip oldukları benzer sakınımları dile getirir. Kutsalın deneyimine sahip olanlar, mistik vecd halinde olanlar, varlığına katlanılamaz deneyimlerden söz ederler.



KAPİTALİZMİN MÜSTEHCENLİĞİ

Özellikle turistlerin söyleminde, gezilen görülen bir yerin gerçeğine vakıf olmak anlamında ‘keşfetmek’ kalıbı kullanılır. Türkçede bu anlam yakalanmasa da, İngilizcede discover, Almancada entdecken sözcüklerinde olduğu gibi, keşfedilen varlık, aynı zamanda örtüsü kaldırılan, altında sakladığına göz atılandır. Heidegger’in üzerinde çokça düşündüğü ve Eski Yunancada gerçek anlamına gelen aletheia kavramı da üstünü, örtüsünü kaldırmakla doğrudan ilişkilidir. Ancak aletheia, örtüsünü bir an için açanın, tekrar kapanması, gizlenmesiyle de ilişkilidir. Yani Eski Yunan düşüncesinde gerçek, saklanmakla açığa çıkmak arasında anlık bir görünüm sunandır. Yani saklanmak, görünmeye direnmek de gerçeğin bir boyutunu kurar; varlık kadar yokluk da hakikatin parçasıdır. Gerçek, bir açılma, görünüşe gelme olduğu kadar, aynı zamanda bir gözlerden uzaklaşma, mahremine geri dönme ediminin de karşılığıdır.



Ancak bu turistik ve müstehcen keşfetme söylemi, arayışı, yerellikleri çekinmeden deneyimleme yönündeki çağrıların kapitalizmle ilişkisini görmezden gelmek de yanlış olur. Kapitalizmin özünde bu müstehcenlik arzusunu, tatmin arayışındaki arzuları bulduğumuzda, üzerine yerleşen egemen yapılarla karşıt bir şekilde, kapitalizmin kendisinde sınırsız bir müstehcenlikler düzeni görmek de yanlış olmaz. Yani müstehcen olana değmek, açılmış olanı bir de bizim açmamız, bizim de keşfetmemiz, endüstri sonrası alışveriş dünyasının bir tarifini sunar. Kapitalizm özünde, müstehcen olanı cezalandıran, baskı altına alan, simgesel de olsa poşetler içerisinde saklayan bir işleyiş değildir. Kapitalizmin kendi gizlerini, oyunlarını açık etmeyi seven ve bu sayede kendisini dönüştürebilen, yeni biçimler alabilen bir sistem olmasının özünde de bu müstehcenliğe açıklık bulunabilir.



Bu yüzden, bazı örtülerin açılmaması, kapalı kalması yönünde bir savunu, kapitalizm-karşıtı olabilir. Bazı gerçeklerin kendi mahreminde rahat bırakılması, kendi doğasına terk edilmesi, çevre-dostu öneriler halini alabilir. Yani bazen bazı şeylerin kendi kutusunda, teninde, çatısı altında, kabuğunda saklı kalmasını istemek, beklemek de sistem-karşıtı bir edim halini alabilir. Böyle kavrandığında, müstehcen olan fazla ortada, apaçık olan ve bu yüzden de sömürülmeye, tüketilmeye açık olmayı imler. Örneğin Hollywood filmleri bu anlamda fazla teşhirci ve müstehcendir. Diğer yandan da, açık cinsel eylemlerin yer aldığı bir neşriyat müstehcen olmayabilir. Müstehcenlik, görsel, yazınsal, sözel ya da edimsel malzemenin taşıdığı muhtevanın, biçimin sömürüye, tüketime açıklığıyla olduğu kadar, bu yönde taşıdığı davetkârlıkla da ilişkilidir. Müstehcenlik, hazır, harcıâlem kalıpların, söylemlerin kullanımı yoluyla da ortaya çıkabilir. Bu yüzden müstehcenlik, malzemesinin taşıdığı muhtevanın, içeriğinin yanında, biçimi, söyleme, ifade etme şekliyle de yakından ilişkilidir. Bir söylevin müstehcenliği küfürlü olmasından ileri geldiği kadar söyleniş şekliyle de ilişkilidir. Örneğin Polat Alemdar’ın konuşmaları Recep İvedik’ten daha fazla müstehcendir. Ağızdan çıkan şey kadar, ağzın aldığı şekil de bunun nedeni olabilir.



MÜSTEHCENLİĞİN FAYDALARI

Bir yandan da, müstehcenliğin nesnesi eğer bir iktidar, güç, şiddet düzeneğine yönelik karşı-şiddet içeriyorsa, müstehcen olanı kestirmeden olumsuzlamamak gerekir. Müstehcen olanı işaretlemek egemen bir yapının, güç ilişkisinin de varlığını kanıtlar. Ortada bunun ölçüsü olacak bir yasal çerçeve olmasa bile, derli toplu olmayanı, biçimsiz sözleri, yazıları, resimleri, edimleri işaretleyen bir kamuoyu her zaman vardır. Kamuoyunun bu görünmeyen töresine göre bazı ifade biçimleri, söylemler küfür sayılır. Bu türden ifadelerin kullanımı olarak müstehcenlik kamu vicdanını incitir. Kamu vicdanı fazlaca incindiğinde de, simgesel ya da gerçek linçler ortaya çıkabilir.



Müstehcen olan, aynı zamanda görünen ya da görünmeyen güç ilişkilerinin sakladığını açığa çıkarma, dile getirme olasılığını taşır. Kalıp bir düşünce olsa da, müstehcen olanla bastırılmış olanın ifadesi koşutluk sergileyebilir. Müstehcen olan, gözlerden uzak olanı söze ya da nazara açık hale getirirken, belli bir iktidara dair iyelikleri de karıştırır. Örneğin en ağır küfürler, karşısındakinin sahip olduğu en değerli varlığa yönelir. Küfür, yöneldiği kişinin sahip olduğuna göz dikme, onu elinden alma imasını taşır.



Egemen yapılar da, bir bakıma müstehcen olanı, bu fazla açık saçık ifade ve eylemleri denetleme üzerine inşa edilir. İktidar yapılarında, devlet kurumlarında, örtünün altında olanı göstermeme, malum olanın ilam edilmesini engelleme, sansürleme yolunda bir zora başvuru vardır. Sadece müstehcen neşriyatın poşetlenmesi, internet sayfalarının kapatılması değil, düşüncelerin de kamuoyuna dillendirilmemesi baskısını taşır. Diğer yandan da türlü işkence yöntemlerinin de temeli olan, gizli kalmış olanı zorla açığa çıkarma yönünde bir baskı ortaya çıkabilir. Egemen yapı, devletler, iktidarlar, sözün, yazının, resimlerin ve edimlerin kullanım koşullarını denetleme üzerinde inşa edilir. Yani kim ne kadarını söyleyebilir ya da gizleyebilir gibi konularda söz sahibi olmaktır amaç.




ÖZGÜR TABUROĞLU/BirGün



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder