Üstat ile Margarita'nın yayınlanmasının üzerinden çok geçmeden Everest Yayınları yeni bir Mihail Bulgakov'un kitabı yayınladı. Özdemir İnce'nin Fransızcadan çevirisiyle yayınlanan Molière Efendi, Bulgakov'un Molière için yazdığı bir biyografi kitabı olmasının yanı sıra ayrıca yazar için geliştirdiği eleştirel bakışın da uzun bir metni olarak görülüyor. Yaşadığı çağa ve onun yöneticilerine tepki duyan yazarın, kendi yaşam öyküsüyle çok benzer bir tiyatro ve oyun dehasını konu edinmesi ise kesinlikle tesadüf değil zira yazdığı her oyun Fransa'da deprem gibi karşılanan Molière ve yazarımız Bulgakov farklı zamanlarda aynı kaderi paylaşmışlar.
Bulgakov'u Molière Efendi'yi yazmaya iten en büyük sebep bu olmalı çünkü oyunların yasaklanıp yıllar sonra tekrar sahneye konmasından tutun da ülke bürokrasisi ile ilişkilerine varıncaya dek hep bir çakışma söz konusu olarak görülüyor. Bulgakov anlatıcılığı ile Molière'in Paris'te başlayıp yine Paris'te biten sosyal ve sanatsal yaşamına ayna tutmak için elinden gelenin fazlasını yapıyor. Burada bir şeyi kesinlikle belirtmek gerekiyor ki yazar bu kitabı bir övgü/yergi metni olsun diye kaleme almamış, aksine Molière'i hem doğru algılamak hem de doğru anlaşılmasını sağlamak için onun hakkında yazmış. Kitapta yoğun olarak hissedilen bir eleştirel anlatım biçimine başvurduğunu gözlemleyemesek de yeri geldiğinde esas adamımızı davranışlarından ötürü yerden yere vurmasını biliyor. Bu periyotlar genel olarak Molière'in Kral XIV. Louis tarafından yazılması istenen oyunlar olduğunda gün yüzüne çıkıyor. Bunun en belirgin örneği de bizim coğrafyamıza ait bir oyun bölümü için -Türkler ve kültürleri ile ilgili bir bölüm- Molière'in kraldan aldığı brifingle hareket etmesi ve danışmanı Şövalye D'Arvieux ile hareket etmesidir. Öyle ki Bulgakov bu durum için tam olarak şöyle diyor;
“Uzun lafın kısası ne Şövalye D'Arvieux'ye verdiği öğütler için, ne sarayı böyle bir siparişte bulunduğu için, ne de yorgun ve tedirgin Molière'i güzel bir oyunun içine tüküren böyle bir ara oyun için kutlayacağım! Genel olarak, benim fikrime göre, oyun yazarı kimseden emir almasaydı çok daha iyi olurdu!” sf. 193-194.
Dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi aslında buradaki itirazın içinde saklı. Molière tiyatro yaşamına başladığı o tozlu, katır sırtındaki yollarda da, Paris'in ve bütün Fransa'nın en ünlü tiyatro salonu Palais-Royal'de de hep tedirgin ve yorgun olarak görülüyor. Sarayın halıcısı Jean-Baptiste Poquelin ya da sarayın tiyatro topluluğunun yönetmeni Molière olması onun tedirginliğinden hiçbir şey kaybettirmiyor. Bunun en büyük nedeni Bulgakov'un bütün kitap boyunca vurguladığı üzere Molière'in yazıp, kiliseden ya da saraydan tepki görmeyen hiçbir oyununun olmaması. Sanılanın aksine en ünlü oyunu Cimri'den çok, bilinebilirliği daha az olan Tartuffe için verdiği mücadele de Molière Efendi'nin neredeyse bütününü kaplıyor. Bürokrasi ile yaşadığı sorunların ne denli içinden çıkılmaz ve bunaltıcı olduğu sorunu bir yana dursun Kral XIV. Louis ile okul arkadaşı olmasına rağmen oyunları sürekli neşter yiyor. Burada bir konuyu belirtmek gerekiyor; tıpkı Molière gibi anlatıcımız Bulgakov'un da oyunları yaşadığı dönemin iktidar koruyucuları tarafından yasaklanmıştır. Sırf bu yüzden Bulgakov Stalin'e mektup yazarak ülke dışına çıkmayı istediğini dile getirmiş ancak dileği reddedilip, kendisine Moskova Sanat Tiyatro'sunda iş verilmiştir. Molière'in böyle bir dileği olmasa da saray halıcısıyken saray tiyatrocusu olması, anlatıcımızın neden bu Fransız oyun yazarı üzerine yoğunlaştığını ortaya koyuyor.
Dönemin Fransa'sı ve Krallık, oyunların yasaklanmasından çok halka açık tiyatrolardan ziyade kentsoylu sınıfın oyunları izleyebildiği sanat tiyatrolarına Molière oyunları yönlendirse de bu durumu kabul etmeyen saray yönetmenimiz kiliseden de ağır yaptırımlar görmüştür. Öldükten sonra dini törenle defnedilmemesi bir yana dursun -Bulgakov bu durumu da uzun uzun anlatıyor- dönemin başpiskoposu tarafından “insan kılığına girmiş canlı kanlı bir iblis” olarak tarif ediliyor. Krallık himayesindeki kentsoylu sınıf tarafından tebrik edilmek ya da eleştirmenlerce övülmek için kralın oyunu alkışlaması beklenen bir ortamda Molière'in böyle bir tutum içine girmesi, tiyatroyu halka ulaştırmak istemesi anlatıcının da gözünden kaçmıyor. Mümkün olduğunca halktan yana bir oyun yazarı ve oyuncu olmak isteyen saraylı diye anlatıyor çoğu kez onu Bulgakov.
Molière Efendi, içerik ve biçim anlamında Bulgakov'un ustalıkla altından kalktığı bir biyografik roman olarak görünüyor. Bu kitap; bir oyun yazarının gözünden kendi yaşam öyküsünü özdeşleştirdiği başka bir oyun yazarının, “oyun yazma sanatının doğru kurallarından çok, gösterinin görkem ve güzelliğine önem vermiş olduğunu büyük bir sakınım ve algıyla ortaya koymaya çalışan özgün bir yapıtı” ve Bulgakov bu konuda kesinlikle başarılı.
(BirGün)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder