KİMLER VAR?
Aznavur Pasajı’nda Rumi’den Sesler - Bitmek bilmez Beyoğlu hikâyeleri bizi daha yüzyıl idare eder. Bitmek bilmez dediğime bakmayın bu sözüm bir memnuniyetsizlik ifadesi değil. Kavgaların, bangır bangır müzik seslerinin, insan çığlıklarının, haykırışların, başlangıçların, sonların, çıkışların, inişlerin her şeyin bir arada birbirine karıştığı kimi zaman son bulması dilenen bir kaos, kimi zaman tüm bunlarla değerlenen, bazen nefesi bile satılan bir ilçedir Beyoğlu. Bin bir ses var ve bin bir seste bin bir hikâye. Kimisi duyulur, kimisi duyulmaz. Ama neme lazım biz hikâyemizi anlatalım yine de. Duyanlar duymayanlara anlatsın diye.
Aznavur Pasajı’nda Rumi’den Sesler - Bitmek bilmez Beyoğlu hikâyeleri bizi daha yüzyıl idare eder. Bitmek bilmez dediğime bakmayın bu sözüm bir memnuniyetsizlik ifadesi değil. Kavgaların, bangır bangır müzik seslerinin, insan çığlıklarının, haykırışların, başlangıçların, sonların, çıkışların, inişlerin her şeyin bir arada birbirine karıştığı kimi zaman son bulması dilenen bir kaos, kimi zaman tüm bunlarla değerlenen, bazen nefesi bile satılan bir ilçedir Beyoğlu. Bin bir ses var ve bin bir seste bin bir hikâye. Kimisi duyulur, kimisi duyulmaz. Ama neme lazım biz hikâyemizi anlatalım yine de. Duyanlar duymayanlara anlatsın diye.
Aznavur Pasajı’nda Rumi’den Sesler
Bitmek bilmez Beyoğlu hikâyeleri bizi daha yüzyıl idare eder. Bitmek bilmez dediğime bakmayın bu sözüm bir memnuniyetsizlik ifadesi değil. Kavgaların, bangır bangır müzik seslerinin, insan çığlıklarının, haykırışların, başlangıçların, sonların, çıkışların, inişlerin her şeyin bir arada birbirine karıştığı kimi zaman son bulması dilenen bir kaos, kimi zaman tüm bunlarla değerlenen, bazen nefesi bile satılan bir ilçedir Beyoğlu. Bin bir ses var ve bin bir seste bin bir hikâye. Kimisi duyulur, kimisi duyulmaz. Ama neme lazım biz hikâyemizi anlatalım yine de. Duyanlar duymayanlara anlatsın diye.
Beyoğlu’nun mistik kokan pasajlarından birinde, Aznavur Pasajı’nda, küçük bir dükkan var, çıkartma harflerle camına yazılmış Akan Müzik. Pasajın giriş katından alt kata inerken bazen bir yan flüt sesi, bazen bir gitar, bir keman sesi, bazen de meşk eden insan sesleri duyarsınız. 1997 yılından beri ben de dinliyorum bu sesleri. Gide gele, dinleye dinleye tanımaya başladım Akan Taşkolu’yu. O pasajda çalıştığım da oldu. Uzun süre gözlemledim, o kadar çeşitli insanlar gelip gidiyordu ki, arada sırada siyaset konuşulsa da en çok müzikti ana konu. Herkes gibi ben de düşünüyordum bu dükkandan neden bir şey çıkmıyor diye. Öyle ya müziğin içinde bunca insanın bu kadar yoğrulmasını gördükten sonra illaki bir güzellik bekliyorsunuz. Uzun lafın kısası Akan yine o küçük dükkanında, o meşk arkadaşlarıyla, Rumi Project olarak bir güzellik yaptılar. Adı Bu Ayrılık. Ben de sordum nedir Bu Ayrılık’taki güzellik diye.
»Müzik dükkanınıza benzeyen bir albüm yapmışsınız. Biraz dingin, biraz coşkun. Mevlana Celalettin Rumi’nin şiirlerini bestelemek nereden geldi aklınıza?
Albüm yapalım diye yola çıkmadık. Bir iki tane kayıt yapalım Youtube’a koyalım dedik. Kaydı yapan arkadaşımız bu parçalarla demo değil albüm yapın, çok güzel bunlar dedi. Albüm yapacak durumumuz yok. Etimiz ne budumuz ne dedim. Ama o inandı bu eserlere ve itekledi bizi. Böylece başladık. Parasız pulsuz daldık, ağır ilerledi ama dayanışmayla albümümüzü çıkardık.
Mevlana’yı tabii ki biliyordum ama herkesin bildiği gibi son derece popüler olan şeylerini biliyordum. Aklıma semazenler ya da o slogan haline gelmiş cümleleri geliyordu. “Ne olursan ol yine gel…” ile başlayan o cümle gibi. Onun ötesinde çok da irdelememiştim. Çeşitli vesileler oldu. En önemlilerinden bir tanesi, bir yerlerde enstrümantal parçalarımdan birini çalarken Fransız bir turist eserin kime ait olduğunu sordu.” Benim parçam, adını henüz koymadım” dedim. “Aa ne güzel siz beste yapabiliyorsunuz. Peki neden Rumi’nin sözlerini bestelemeyi düşünmüyorsunuz. Çok güzel sözleri var”. “Siz nereden biliyorsunuz Rumi’yi?” dedim. “Ben hayranıyım, iki kez gittim Konya’ya mezarını ziyarete. Eserlerini okudum”. O çok önemli bir olaydı. Kafamda bir yer edindi. Dünyanın öbür ucundan bir kadın iki sefer ziyarete gidecek kadar onu araştırmış, bu beni tetikleyen ilk durumdur. Mevlana’yı okumaya böyle başladım.
»Batı müziğiyle ilgilisiniz Mevlana’yı ise ezelden beri Mevlevi müziği sahipleniyor. Bu haliyle yaptığınız bu işi nasıl değerlendiriyor sunuz?
Aslında bu konuda pek önyargılı değildim. Dindar bir kesim sahiplense bile ben Mevlana’nın böyle bir yapısı olduğunu düşünmüyorum. Mevlana’nın İslam’ı yorumlayan bir yapısı var ama aynı zamanda kalıpları yok ediyor. Bu sebepten olmalı ki dünyanın dört bir yanından insanlar Mevlana’ya ulaşıyorlar bir şekilde. Kitaplarına ulaşıyorlar, yaşadığı yerleri görmeye gidiyorlar. Okumak lazım, önyargılı olmamak lazım.
Evrensellikten bahsediyor, kardeşlikten ve birlikten bahsediyor. Aslında hak mücadelesi veren insanların bahsettiği değerlerden bahsediyor.
‘’Kitabı vardır ama peygamber değildir’’ derler onun için. Mesnevi’den bahsediyorum, hakikaten okunması gereken bilgece yazılmış bir kitap. İslami bir öğretici olacak kadar iyi biliyor elbette ama göz ardı edilen bir sürü şey de var. Örneğin Farsçanın yanı sıra Rumca da yazmıştır. Rum kökenli Aristocu rahiplerle derin muhabbetleri vardır. Yunan felsefesini çok iyi bilir. Uzakdoğu felsefesini de bilir. Sanırım kalıplara sığmamasının sebebi de çok yönlü olmasıdır. Kimseyi ötekileştirmiyor, bir olmaktan yana. Mesnevi’de sürekli bu cümleleri duyarsınız.
Kitaplarındaki felsefesini anladığımı düşünüyorum. Felsefenin ötesinde de amacım vardı. Bestelenebilir nitelikte olan rubaileri, dörtlükleri bulmaktı. Bunu yaparken zorlandım çünkü genellikle düz yazı şeklinde yazılmıştı. Ama buldum bir şeyler ve bulduklarımı da besteledim.
»Albümün içeriğinden bahsedelim biraz. Şiirleri orijinal halleriyle mi bestelediniz?
Sekiz tane şiirini besteledim. Bunlardan altı tanesi Türkçe, ikisi İngilizce. Üzerinde çalıştıklarım Öz Türkçeye yakın çevirilerdi. Şiirlerin özüne dokunmadan oynamalar yaptım biraz. Bu da şöyle oluyor; mesela vukuu buldu yerine oldu diyorsun. Hece ölçüsü otursun ya da biraz kafiye olsun diye ufak tefek oynamalar yapıyorsun. Çünkü insan kulağı bunu istiyor.
Besteleri yaparken daha modern armoniler kullandık. Dünya müzikleri gibi. Kimisi Irısh tadı bırakıyor, kimisi caz gibi, kimisi Latin gibi , makamsal olan Türk müziği gibi parçalar da var ama içerik hem enstrümantal olarak, hem de armonizasyon olarak batı armonileriyle yapıldı. Bendir, duduk, akordiyon, gitar ve yaylılar var.
»Grup elemanlarından biraz söz edelim.
Gruptaki herkes profesyonel olarak müzik dünyasındaki işlerine devam ediyor. Genç kuşak, orta kuşak, yaşlı kuşak bütün kuşaklar bir araya geldik. Aramızda yaşı hepimizden büyük olan Edward Aris bir akordeon virtüözü.
Solist arkadaşımız müzik öğretmeni Çağdaş Yamen, yine solist ve vokalist olarak yer alan Müge Sarıkurt da daha önce albüm çalışmalarında yer almış bir sanatçı. Gitarın dehası diyebileceğim Muzaffer Güner , Nilgün Dülger çelloda, ritimde Halil Zünbüloğlu, Ari Aris trompette, Uğur İşgüder basda, Turay Dinleyen , Aydan Tunalı, Barış Andaç kemanda yerlerini aldılar. Sevgili dostumuz Ermenistan’lı duduk sanatçısı Suren Asaduryan da bir parçada bize misafir sanatçı olarak eşlik etti.
»Peki bu meşk ettiğiniz arkadaşlarınızla geleceğe yönelik planlarınız var mı?
Bu proje bir seri şeklinde olacak. İkinci çalışmamız Şems’e dair olacak. 2013 yılında çıkaracağız albümümüzü. 13. yüzyılda Anadolu’ya yerleşmiş birlik ve beraberlik adına çalışmalar yürütmüş olan Hacı Bektaş, Yunus Emre gibi düşünürlerimize dair çalışmalarımız olacak.
Esin TEPE (BirGün)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder