14 Ağustos 2012 Salı

ENVER GÖKÇE: 'BEN, SINIF EDEBİYATI YAPIYORUM'

"Ben, Sınıf Edebiyatı Yapıyorum."*

Benim sanat görüşüme gelince. Ben, sınıf edebiyatı yapıyorum. Yani Türk halkının, hayatın her döneminde aktif olan, güzel olan, büyük olan bu halkın sanatını yapmaya çalışıyorum. Bence sanat, herşeyden önce bu sınıfın yaşam kavgasındaki gücünü, kudretini ortaya koymasındadır. 1940 yılına gelinen yıllarda Türkiye'de çeşitli sanat görüşleri var olmuştur. Bilhassa endüvalist sanat biçimine karşı ve toplumcu yanı olan cereyanlar bu devrede etkili olmuştur. Ben, gayet tabii olarak bu toplumcu yanı kuvvetli olan akımın içindeydim ve içinde olacağım. Hani eski bir söz vardır, "İnsan nasıl yaşarsa öyle düşünür." Bu çok doğrudur. Yani düşüncesini, yani bilincini, onun sosyal hayatı ve sosyal pratiği belirler. Yani, insanın kendi çevresinde olan münasebetleri gene diyalektik bir çelişmeyle açıklanabilir. Sanat ise daha karmaşık bir olaylar zinciridir.

Devrimci Sanat Anlayışı*

Bir sanatçının, doğru devrimci bir yönde birşeyler verebilmesi, yansıtabilmesi için pratik ile teori arasındaki birliği daima göz önünde tutması gerekir. Dünyayı ve olayları ancak diyalektik metodun ışığında kavrayıp yorumlayabilir. Hatta sanatta, bilinci ve duyarlık arasında tam bir uyum olmalıdır. Ne salt bilinç, ne salt duyarlık tek başına yeterli değildir. Bir sanat eserinden, devrimci sanattan söz ettiğimizde, devrimci bir görüş açısından hareket ediyoruz. Yani dünyamızı, insanımıza yaşanılabilecek bir hale getirebilmek için şiiri ve sanatı, sosyo-politik bir mücadelenin tamamlayıcı araçları olarak görüyoruz. Bu açıdan bakıldığında asıl mesele insanın bir bütün halinde kavranılması ve bütünselliğin dile getirilmesidir. Sadece namuslu olmak da yetmez. Sonuna kadar hem namuslu, hem de sapına kadar bilinçli olmak şarttır. Gerçek sanatçı, pazarlıkların, kuşkuların, küçük hesapların insanı değildir, ve olamaz da…

Gelenekten Yararlanma**

Gelenekten her zaman için yararlanılabilir. Kimi ozanların bu deneylerde başarısızlığa uğramaları sanımca, onların halkla göbek bağı kuramamış olmalarından ileri gelmektedir. Türkünün ya da ağıtın halk yaşamı içerisindeki yerini ve işlevini bilmeyenler, bunlardan yararlanarak ortaya gerçek sentezler koyamazlar. Dünya görüşleri ne kadar olumlu olursa olsun, birer özentiden öteye gitmez çabaları.

Genç Sanatçılara*

Genç sanatçılara bazı sözlerim olacaktır. İyi bir sanatçı olmak için, önce kendi halkını sevmesi daha doğrusu bu halkın içinden, bu halkın en devrimci sınıfına bağlılık göstermesi, (bunu.CD.) içtenlik olarak yapması şarttır. Hayatı seveceksiniz. Bütün her yönüyle. İyilik ve kötülükleriyle, pisliğiyle, fakat seveceksiniz. Suyunu, dağını, toprağını Çenger Dikeni'ne kadar herşeyini seveceksiniz. Bunu sevdiğiniz ölçüde de, bunları yapıtlarınıza geçirebildiğiniz ölçüde büyük ve yol gösterici olacaksınız. Ben, Türk halkının içinden çıkmış, halkımızın yüceliklerini yapıtlarında yansıtmaya çalışan genç sanatçılarımı şimdiden kutlarım. 

Güncellik ve Evrensellik**

Bence güncel olanı vermekle evrensel olan değerlere açılmak, bir çelişki taşımaz. Geriliğin oluşumunda emperyalizmin birinci dereceden işlevi olduğunu kabullenirsek, bütün geri bıraktırılmış toplumlar için genelgeçerliğe sahip birtakım temaların ortaya çıktığını görürüz. Bu temalar evrenseldir. Ama onları işlemekle bir sanatçı evrenselliğe ulaşamaz. Kendi gerçekleriyle onları yoğurup yansıttığı zaman bu şansı elde edebilir. Ama bu da yeterli değildir. Gelgeç dönemlerde ortaya çıkan durumlarla sanatçı evrenini sınırlarsa, yine evrensel olana ulaşamaz. Çünkü o gelgeç dönem ortadan kalktığı taktirde, o dönemle koşullanmış ürünleri herhangi bir şey ifade edemez. Bu nedenledir ki güncellik sorunu bir hayata bakış sorunu oluyor. Günceli verirken evrenseli yakalamak diyalektik öğretiyi eylem metodu olarak kabullenmek demektir.

Halk Hayranlığı Mı? Halka Işık Tutmak Mı?*** 

Sanatçı ne körü körüne bir halk hayranlığına, dalkavukluğuna, kuyrukçuluğuna kapılmalı, ne de ona tepeden bakmalıdır. Halkın sınıflardan oluştuğu unutulmamalı ve halka ışık tutacak bir sanat yapmanın yolunun devrimci sınıfları sömürü çarkından kurtaracak bilimsel öğretinin iyi ve doğru kavranmasından ve bu uğurda kavga verilmesinden geçeceği bilinmeli. Halk kültürüne, folklora gelince, kullanmasını, değerlendirmesini iyi bilen bir sanatçı için bu zengin bir kaynaktır.

İçerik ve Estetik*

İyi bir sanat eseri meydana getirebilmek için önce sosyal bir içerik, sonra da estetik bir kılıf zorunludur. Yani sosyal içeriği ve estetik yönü kuvvetli eserler ancak başarılı olabilir. Ben büyük sanatçılarda, bu içerikle estetik yönlerin kuvvetli olduğunu her zaman görmüşümdür. Örneğin, Nazım'da ve Neruda'da bu sosyal ve estetik yönler bir bütün halinde güzel ve kuvvetlidir…

Şiir, Bir Dil Sorunudur**

Bence şiir, her şeyden önce, bir dil sorunudur. Türk dilinin bütün kollarını inceledim. Türkmence, Kırgızca, Karaimce, Göktürk ve Oğuz lehçeleri ve İstanbul ağızı... bunlar arasındadır. Ayrıca gene dilimizin güzel örneklerinin bulunduğu Dede Korkut gibi destansı halk hikâyelerini de saymak gerekir. Ben istedim ki, şiirlerim halkımızın bir türküsü, bir “Hoyrat”, bir “Ela Gözlü”, yahut bir “Bozlak” gibi ezgili bir şekilde okunabilsin. Ta ilk zamanlarda, şiire ilk başladığım zamanlarda bile, bu düşüncede idim. Bu yolla şiirlerimin daha bir etkin ve vurucu olma niteliğine varabileceğini sanıyordum. Bütün çabalarım bu yönde gelişmiştir. Şiirde halk söyleyiş olanaklarından yararlanma çok olağandır. Benim gibi halkın içinden çıkmış bir ozan için ise hepten olağan...

Şiirde Evrensellik Açısından “Ben” ve “Biz”**

Şiirde “ben”den başlayıp “ben”de biten bir tema evrensel bir nitelik taşımaz kanısındayım. Gerçek şiirde şair bu “ben”i yoketmeli, “biz”e doğru açılmalıdır. Bunu yaptığı ölçüde, kişisel yaşam deneylerinden yola koyulmuş olsa da, geneli ilgilendirecek şiirler ortaya koyabilir. Koyabildiği ölçüde de özgül olanı zorlar. Bundan başka “ben” toplumcu ve devrimci ozanlar için hiç de itibar edilecek bir şey değildir. Gerçek toplumcu şair odur ki, “ben” derken daima “biz”i kasteder. Tikel olgularla uğraşırken bile onları genel olanla içiçe verir. Zaten devrimciliğin ilk koşulu da budur: “Ben”in tutsağı olmaktan sıyrılmak, kendini “biz”e adamak. Ben toplumcu bir ozan olarak şiirlerimde hep bu anlayışı sürdürdüm. Çünkü “biz” herşeyin özünü teşkil ediyordu ve “ben” de “biz” tarafından belirleniyordu. “Biz”i “ben”lerin bir toplamı olarak almak sakat bir görüştür ve bütünselliğe aykırıdır...

Şiirde Kurgu** 

SORU: Şiirleriniz şöyle bir gözden geçirildiğinde sizin birim olarak dizeyi değil de, dizelerin oluşturduğu öbekleri aldığınız görülüyor. Bu özel kurgu, sanıyorum ilk kez sizin tarafınızdan uygulanmış... Bu kurgunun sizce şiire sağlayacağı olanaklar nelerdir? Daha doğrusu, böyle bir kurguya yönelmekle yaratmayı amaçladığınız “özel bir etki” var mı?

CEVAP: Başta da söylediğim gibi (Bkz. Şiir Bir Dil Sorunudur), şiirlerimin bir memleket türküsü, bir “Bozlak”, bir “Hoyrat” gibi okunmasını isterken, onların bir senfoni bütünlüğü göstermesini arzu ederdim. Bu nedenle, sizin söylediğiniz gibi şiirsel birimi dizede değil, öbekte yoğunlaştırmayı hedef aldım. Herhalde bu noktayı görmüş oluyorsunuz. Bunda, yani böyle bir kurguda gözettiğim amacı şöyle belirleyebilirim: Ben bu tür kurgunun şiirin daha uyumlu olmasını sağlayacağı kanısındayım. Tıpkı senfonide küçük seslerin büyük bir ses uğultusu içinde toplaşıp kaynaştığında oluşturduğu uyum gibi... Öyle sanıyorum ki bu da, şiirin daha çarpıcı olmasını sağlıyor.
-----------------------------------------

*(İbram Erdem ve Celil Denktaş'ın şairle, DEVSANDER adına yaptıkları görüşmenin bant kaydından, Ankara/1977)

**(Suphi Kenan Demirci, “Enver Gökçe ile Konuşma”, Dost Dost İlle Kavga, Yücel Yayınları, seçme eserler: 15, 2. Basım, Ağustos 1975, İstanbul, sf. 27-28.)

***(Tahir Abacı, “Enver Gökçe İle Söyleşi”, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı: 238, 1 Temmuz 1977.)


 KALDIRIM 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder