AJANDAYA YANSIYANLAR...
Ermeni Soykırımı ‘Kırmızı Köpek Uluyor’da - ABD'deki Ermeniler soykırımı anlatan tiyatro hazırladı…
Bodrum Bale Festivali Başlıyor - 10. Uluslararası Bodrum Bale Festivali'nin provalarında Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen, Festivalin Sanat Yönetmeni Zeynep Sunal ve koreograf Mehmet Balkan ile konuştuk...
Duydum ki Gizli Bir Akor Varmış* - Kanadalı efsanevi müzisyen, söz yazarı, şair Leonard Cohen, ‘2012 Old Ideas Dünya Turnesi’ kapsamında, 19 Eylül'de İstanbul'da konser verecek
Bu Sergide Paranın Bir Hükmü Yok - Minimalist-kavramsal sanatı yücelten 'İstanbul-Eindhoven', sanatın para olarak sunulduğu bir ortamda manidar ve önemsenmesi gereken bir sergi
Ermeni Soykırımı ‘Kırmızı Köpek Uluyor’da
ABD'deki Ermeniler, soykırımı bu kez bir tiyatro oyunuyla gündeme getirecek. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Ermeni toplumu New York’ta oynanacak tiyatro ile Ermeni soykırımını gündeme taşımaya hazırlanıyor.
”Kırmızı Köpek Uluyor” isimli tiyatro oyununda, 1915’te Osmanlı coğrafyasında yaşanan olaylar konu ediliyor.
New York’ta 5 Eylül ile 14 Ekim tarihleri arasında ”New York Theatre Workshop” isimli ”Off Broadway” diye tabir edilen tiyatro salonunda sahnelenecek oyunun biletleri satışa çıktı.
Alexander Dinelaris tarafından kaleme alınan ve Ken Rus Schmoll yönetiminde sahneye konulan oyun, Michael Kiriakos isimli bir gencin ailesinin hiç bilmediği tarihi gerçekler ile yüzleşmesini konu ediniyor.
Kiriakos, babasının ölümünün ardından, bir kutu içinde saklı tutulan mektuplardan yola çıkarak geçmişini araştırıyor ve aslında ailesinin sandığı gibi Rum değil Osmanlı Ermenilerine dayanan bir geçmişi olduğunu ve birçok Ermeni aile gibi kendi ailesinin de Türkler tarafından yüzyılın başında şiddete maruz kalarak soykırıma uğradığını öğreniyor.
”Kırmızı Köpek Uluyor” isimli oyunun Kahramanı Michael Kiriakos, ailesi ile ilgili ortaya çıkan bu gerçek karşısında hayatta daha da güçlü olmanın mücadelesini veriyor.
(Demokrat Haber)
Bodrum Bale Festivali Başlıyor
10. Uluslararası Bodrum Bale Festivali başlıyor. Sanatseverler 8-24 Ağustos arası birbirinden güzel yerli ve yabancı eserleri Bodrum Kale'sinin nostaljik atmosferinde izleyebilir.
Biz de festivalin açılış eseri olan "Bodrum Aşkı"nın hem genel provasini izledik hem de röportaj yaptık.
Sanatseverlere dopdolu bir porgram sunan 10. Uluslararası Bodrum Bale Festivali büyüleyici bir atmosferde tatil ile sanatı birleştirmek için cok güzel bir fırsat sunuyor...
(Ntvmsnbc)
Duydum ki Gizli Bir Akor Varmış*
Kanadalı efsanevi müzisyen, söz yazarı, şair Leonard Cohen, ‘2012 Old Ideas Dünya Turnesi’ kapsamında, 19 Eylül'de İstanbul'da konser verecek. Cohen, dünya turnesi kapsamında vereceği konserde, ‘Dance Me To The End Of Love’, ‘Ain't No Cure for Love’, ‘Bird on a Wire’, ‘Chelsea Hotel’, ‘Suzanne’, ‘Hallelujah’, ‘So Long, Marianne’, “I'm Your Man”, “First We Take Manhattan” gibi unutulmaz şarkılarına da yer verecek. Sanatçının hayranları, 110-550 lira arasında değişen bilet fiyatlarıyla konseri izleme imkânına sahip olabilecek.
İlk şiir kitabını Montreal'de 1956'da yılında, ilk romanını ise 1963'te yayımlayan Cohen'in erken dönem şarkıları müziksel olarak Avrupa folk müziğine dayanıyor. 1970'li yıllarda pop, kabare ve dünya müziği üzerine çalışmalar yapan Cohen'in, 1980'lerden itibaren tipik olarak bas bariton tonda söylediği şarkılarına, kadın vokalistler ve elektronik bireştiriciler eşlik ediyor.
Çalışmalarında genellikle din, yalnızlık, cinsellik ve kişiler arası karışık ilişkileri konu edinen Cohen'in şarkıları ve şiirleri pek çok başka şarkıcı ve şarkı yazarını etkiledi, eserleri başka sanatçılar tarafından da yorumlandı.
*Hallelujah adlı şarkısından.
(BirGün)
Bu Sergide Paranın Bir Hükmü Yok
Salt Beyoğlu’nda 1968’den 1989’a kadar bir tarih içine konulan Van Abbemuseum’un ‘ Eindhoven’ koleksiyonu ve içine ilave edilmiş bazı Türk sanatçılarından oluşan bir sergi gösterilmekte. Tam da minimalizm-kavramsal sanat düşüncesini paylaşan eserlerden oluşmuş bir sergi olarak şıklaşan, cilalanan, düşüncenin yana atıldığı, sanatın bir para mekanizması olarak sunulmaya kalkıldığı bir ortamda sergilenmesi manidar ve bu anlamda da, önemsenmesi gereken bir sergi olarak düşünüyorum.
1968 gibi belirli bir başkaldırının billurlaştığı tarihi andan, iki kutuplu dünyanın bitimine ve liberalizmin sözde galibiyetine kadar süren sanatsal düşüncenin ve icranın yılları olarak bakabileceğimiz dönemin Türkiye ’de pek az bilindiği de malum. Bir de bizde, etkilerinin sadece 1980’li yıllarda sayıları bir elin parmağına bile varamayan sanatçı grubu tarafından ele alınarak yapılmasının başka bir tarihi önemi var.
Galerilerimizin 1970’ler ve 80’lerde destekleyip piyasaya sürdüğü çoğu akademilerdeki ressamlarından oluşmuş bir gruba yöneldiğini düşündüğümüzde, Türkiye’de sanatın düşünce biçimi olarak değil bir süs nesnesi olarak ele alındığı piyasanın da modalara göre sadece biçimsel resimlerle geliştiği bir ortam kalıyor geriye. Oysa piyasanın yurtiçinde tanımadığı, duymadığı ve hatta sanat ortamında tamamen marjinal kalan ‘minimalist-kavramsalcı’ bir sanatçı grubunun (1977’de Sanat Tanımı Topluluğu), o zamanlar var olup bugün az görünür olmasının nedenlerinden birisi, belki de biçimsel olarak minimalizme/kavramsal sanata yaklaşmış ancak düşünce olarak bunu ileri götürme imkânına sahip olamamış olmalarıdır. Salt Beyoğlu bu sanatçıları da göstermekte.
Kimler yok ki: Brancusi’nin heykellerinden ve Frank Stella’nın ‘Siyah Resimler’ serisinden etkilenmiş, bu çizgiyi başka bir yere taşıyarak minimalist bakışta, dikey heykelleri yataya yerleştiren ve seyredilmeyi değil üzerinden yürüyüp geçmeyi kavrayan Carl André’nin eserini görmek mümkün. Ayşe Erkmen’in köşelere yerleşen ve mekânı bölerek bütünlüğünü dağıtan bakışı da minimalist fragmanterliğin ve tekrarların bir parçası olarak durmakta. Dolayısıyla seyirliği bölerek Carl André’yle diyaloğa girmekte sanki.
John Baldassari’nin videodan pentüre renk ve renksizlik, saklama ve gösterme ilişkisine ait seriler üretmesi ise başka bir kavramla işliyor. Baldassari’nin meşhur laflarından birini unutmayalım: “İyi sanatçı iyi yerde iyi zamanda bulunandır.”
Robert Barry’nin kelimeler üzerine olan çalışmaları dilin bir sanat olarak ele alınması ve modern dönemlerdeki kaligramlara, Apollinaire’e kadar taşınacak bu çizgi, her seferinde küçük farklarla yeniden canlanıyor. Şiir ve 19. yüzyıl sonu şairlerinden Raymond Roussel’in rastlantısallığı ve anlamlar ve sesler arasında kurduğu bir uyumsuzluk dizileri ile değiştirmekte anlamları, bunlar bambaşka olmakta her seferinde.
Marcel Broodthaers, Brüksel’in entelektüel yaşamında aktif bir şekilde yer almıştı: Onun Kartal Departmanı Müzesi çağdaş sanatın şaheserlerinden birisi olarak durmakta ve bugüne geldiğimizde, Tacita Dean’a kadar birçok sanatçıyı etkileyen çizgiyi oluşturmuştu. Nesneleri günlük hayattaki tasniflerinden bağımsızlaştırdığında, yeni ilişkiler içerisinde sergilemişti.
Altan Gürman’ın istatistik kâğıtlarını kullanması ve birer diyagramatik düşünceyi hatırlatması bakımdan, kapitone klişesinin ötesine geçmiş bir sanatçının eserini burada görmek de heyecan verici.
Ve daha diğerleri... Kaçırılmaması gereken bir sergi. Ufuk açıcı, zihni zenginleştirici, bugünkü sıkıcı ortamdan uzaklaştırıcı ve de geçmişe bakarak bugün bu geçmişi kullanan sanatçılara umut verici bir sergi.
(Radikal)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder