29 Temmuz 2012 Pazar

MELİH ALTIOK'UN ''BİR UYUMSUZ RASTLAŞMASI'' VE BEHÇET AYSAN'IN DÜŞLERİ - Erten MISIRLI

“Yangınlardan geliyorum dedi adam ve yangınlara gitti yanık
Depremlerden geliyorum dedi kadın ve depremlere gitti yıkık.”

Metin Altıok

Yıkıntı altında kurtarılmayı bekleyen yaralı bir depremzede gibi günlerdir kıpırdamadan oturuyorum yazı masamın başında. Yerkabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi, hiçbir şeyin bir gün öncesine, bir saat öncesine göre, eskisi gibi süregelmediğini bir kez daha anlatıyor. Anlamakta güçlük çekenler için gösterimde kalan artçı yer sarsıntıları içimdeki volkana çarpıp çarpıp geri dönüyor. Anlamın kalbi çoktan kırılmış oysa. Yaşamdan kayıp düştüğümü duyumsuyorum. Yaşamdan kayıp düşmek derken, tutunamayıp düşmek değil, ağırlıktan batmak gibi bir şeyi anlatmak istiyorum. Kafka’nın bir Prag kahvesinden evine döndüğünde günlüğüne yazdığı gibi:”…sabah uykusu yerine saatlerce öksürdüm; yüzerek bu yaşamın dışına çıkmayı yeğlerdim…” 

Bir yandan da hayatı ya öldüreceksin onu terk edeceksin ya da onunla sevişeceksin diye mırıldanıyorum. Bu yalnızlığı ben istemedim ki kalbim, alışmalısın daha büyük sarsıntılara diyerek kaçmaya çalışıyorum artçı düşlerimden. Michelangelo’nun, Meryem’i kucağında ölü İsa ile gösteren ‘Pieta’(acımak) heykeline saldıran akıl hastası Lazlo Toth’un çekiç darbelerine benziyor bu sarsıntılar. Kırık dökük eski zaman heykellerine benzetiyorum kendimi. Kolları bağlı gölgeler dolaşıyor yangın yerine dönmüş düşlerimde. Düşünüyorum da bazen en kavranılamaz şey oluyor’açıklık’. Novalis’in dediği gibi’hayat bir hastalık’mı ‘bir tutku edimi’mi yoksa Rimbaud’un’gerçek hayat’ı gibi yoklukta mıdır?...”Belki de bizim hayatımız, ormanda geceleyin avının peşinde sessizce ilerleyen bir kaplanın kafasından geçenlerdir.” Borges’in metaforundaki kaplanın yalnızlığını duyumsamak iliklerime kadar ürpertiyor düşlerimi

Behçet Abi, insan düşlerinden bilinçaltına, bilinçaltından bilincine, bilincinden düşüncesine varır varmaz ulaşmıştır insanlığa. Sanki düşlerinin kılıfıdır artık. Öylesine kişiyizdir ki onun içinde, bu kılıf bizi,’yalnız’ bizi taşır. Gökyüzünün bir ormana katılması gibi karışır hayatımıza düşlerimiz.Alev alev yanan ateşten bir çemberdir senden sonra düşlerimiz.Bu alev çemberinden atlama cesaretini göstermek için ışığa bakarak kör olan kelebeğin ‘düş’ünü bir kez daha düşünmeliyiz bugün. Işık saçabilmek için kendini yakan doğadaki tek canlı ateşböceğinin ‘düş’üne düşmeliyiz hep birlikte. Düş bu ya Göçebe Denizin Üstünde:” Freud bir ağacın bilinç-altına oturmuş/toprağın düşlerini karıştırıyor”du Anday’ın düşünde…Bense ‘Ölüme sözlü hayata nişanlı’ bir kuşaktan geliyorum. Ölümü çok erken keşfeden bir coğrafyadan geliyorum yani. Hem yanık hem yıkık oğullarım kızlarım…ve 33 CAN’ın ışığıyla düşüyor gölgem şiir perdesine; senin dediğin gibi:”…/Yüzü resme düşmeyen bir halkın keder günlüğüne.”


***

ÜÇ ATEŞ ÇİÇEĞİ 

On dokuz yıl, üç şair için şiirsiz geçen on dokuz yıl…Sivas 1993-Sonsuzluk ve bir gün… Yaşasaydılar şiirimizin yüzünün daha da ağaracağını biliyoruz. Bırakmadılar. Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar. Üç şair, üç ateş çiçeği. Niye yazar şairler? Ölümün elinden ölümü almak için, ölümsüzlük için… Sonsuzluk da şiirin içinde bir yerlerdedir. Şair, kendini yazar, dünyayı bulur. Altıok da Aysan da Kaynar da bunun için kıvılcım taşıdılar kendi şiirlerine. Ancak bir top yangın edindiler sonunda. Kendilerinin olmayan, acımasız, zalim bir yangın. Şiirlerinin ateşini gölgeleyen bir yangın. Ama yine de yaşıyor onların şiirleri. Yazdıklarıyla, yazacaklarıyla yaşıyor. Bu sayıda bu üç ateş çiçeğini anımsamak istedik. Anmak değil anımsamak. Onlar da şiirleriyle anımsatmıyorlar mı kendilerini bize? Metin “Bir Acıya Kiracı”sıyla, Behçet “Düello”suyla, Uğur da “Güncesika”sıyla. Günler değil, yıllardır geçen. Değil on dokuz yıl, on dokuz yüzyıl geçse şiirin tarihi onların şiirleriyle yepyenidir. Çünkü ölüm, şairlerin gövdelerini alır ancak, dilleriyse her zaman dipdiridir. Kaldığı yerden sürdürür onların türkülerini okurlar. Onların türkülerine katılın diye yalnızca bir anmalık bu sayımız. Şiir ve hayat için… Şairlere ölüm yoktur çünkü. 

*** 

METİN ALTIOK’A MEKTUP / Hakkı Zariç

Kendinizden büyük ellerinizle, gölgenizde güvercinler gezdirdiniz. Ütüsüzdü üstünüzdeki gök, adımlarınızla okşadığınız yol tarazlanmıştı. Yüzünüzde kırılan dal sesleriyle, bir yerden uzaklaştıkça bir yere yaklaştınız. Durdunuz yol ortasında ansızın, böğrünüzde yer buldu bir avlu serinliği kendine. “Göçebe kuş sürülerini” hayatınıza benzettiniz. Göçebe kuşlarda biraz siz, sizde biraz göçebe kuşlar vardı. Bir aşk hikâyesinin hazin yarasıydı belki de, “Kabuk bağlamış muska gibi” o acıyı koynunuzda şikâyetsiz taşıdınız. 

Çıplak bir atın yelesine haydut gecenin bağladığı ellerinizle, kemikli sırtınıza giyip paltonuzu, öyle garip sizcileyin, başınızı usulca önünüze eğdiniz. Irak gittiniz, evet, yüzümüz kadar. 

Acının iğnesine üzgün iplikler geçirip göğsünün orta yerinde isminin baş harflerini yazan rüzgârdan geçtiniz. Sizdiniz. 

“Bir Uyumsuz Rastlaşma” gibi yangınlardan gelip depremlere, depremlerden gelip yangınlara gittiniz. Közün yıkıntıları ya da yıkıntıların közüydü son sözcükleriniz… 

Ölüm hep yakın geldi size. Biçimini hiç dert etmediniz. Korkmadınız ölümden, uzun yaşamayı falan düşünmediniz. Herkes ölecekti nasılsa, ertelemek niyeydi? 

Acının girmediği yer yok çünkü, aşamadığı duvar, gidemediği kent ya da ev yok. 

Otelleri sevdiniz. “Otel ki, ebruli gurbet kamaştırır / Sürme çeker yalnızlığın şehlâ gözlerine.” 

Bir olguydu otel, olaylar silsilesine götürürdü sizi. Ülkeyi küçültmek için, kim bilir kaç kırık yüreğin konuk olarak kaldığı otellere gittiniz. 

Kısa ve düşsel yolculuk bu. Çıkınımızda iki türlü acı var. Biri gazetelerden ve ajans bültenlerinden içimize saplanan günün yorgunluğuyla içinden seçtiğimiz acı; öteki, yüreğimizi doğduğumuz günden beri yurt tutmuş, orada yaşayan acı. 

O yangın, yüreğinde hâlâ insanların. Yurt tutmuş süveydasını, acının. 

Devletin sizi yaktığı yerdeyiz; yargı kararıyla zamanın ve katillerin kostak gezdiği yerde… 

İşte budur bu mektubun son sözü. 

“Sımsıkı tutmak için avucunda bir közü.” 

Eyvallah!




***


YERLEŞİK YABANCI / Metin Altıok 



Kiminin dikenleri vardır
Katlanamaz üstüne.
Hep dikine durur
Delmemek için gövdesini.

Kiminin yoktur bir tek kemiği,
Doğrulamaz ayaklarının üstünde.
Ona göre varsa yoksa kendisi,
Dürülüdür ütülü bir mendil gibi

Ben eğilmem gündüz ama
Geceleri kanatırım kendimi

Ben bir söz söylediğim zaman,
Kendine küçük bir pıtrak edinir.
Çok sürmez anlar başına geleceği,
Çarşılarda, pazarlarda ondan selam kesilir.

Ben birini sevdiğim zaman,
Göğünü durmadan genişletir.
Ama herkes rahattır kozasının içinde,
O sevgi artık kimsesizdir.

Ölsem ayıptır, sussam tehlikeli
Çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli.



*** 



BEYAZ BİR GEMİDİR / Behçet Aysan 


sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde 
olurum

kötü geçen bir güzü
ve umutsuz bir aşkı anlatan

rüzgârla savrulan
kâğıt parçalarına
yazılmış

dağıtılmamış
bildiriler gibi

uzun bir yolculuğa hazırlanan
yalnız bir yolculuğa.

çünkü beyaz bir gemidir ölüm

siyah denizlerin hep
çağırdığı

batık bir gemi

sönmüş yıldızlar gibidir

yitik adreslere benzer
ölüm

yanık otlar gibi.

Sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde
ölürüm. 



*** 

GÜNEŞİN ALTINDA ÖLMEK / Uğur Kaynar 

II
Bal gibi
aşkın arı kovanına çomak sokulmuştur
Artık çekilen acıdır
Bal gibi acıyla
denizin oğul verme zamanıdır
dalgalar içinde
Dalgalar içinde denizin oğlu
bir gemide miçodur
Ey dalgalar içinde oğlu olan deniz
Ey denizden oğlu olan kara parçası
Ey bahtı kara 

Açık denizlerde
bir o yana
bir bu yana
vurgun yemiş
yaralısın 

Yaranda süzme bal gibi hüzün
süzme bal gibi hasrettir
İlk dokunuşun ardından
şehvetli bir bityeniği gibi
gittikçe her yanı saran 

Sen ey denizin oğlu
deli rüzgâr
batık gemi
İnsan azıya aldı mı gemi
Aşkın gümüşten oltasına takılı
sudan yeni çıkmış balık gibi
güneşin altındayken ölmeli
ölmek yeter mi 


*** 

ŞİİR KİTAPLIĞI 

METİN ALTIOK KİTAPLIĞI 

Gezgin, 1.Basım 1976, Dost Yayınları / Yerleşik Yabancı, 1.Basım 1978, Yeni Ankara Yayınları / Kendinin Avcısı, 1.Basım 1979, Türkiye Yazıları Yayınları / Küçük Tragedyalar, 1.Basım 1982, Tan Yayınları / İpek ve Kılabtan, 1.Basım 1987, Kerem Yayınları / Gerçeğin Öteyakası, 1.Basım 1990, Türkiye Yazıları Yayınları / Dörtlükler ve Desenler, 1. Basım 1990, Elyazısı Yayıncılık / Süveyda 1.Basım 1991, Korsan Yayıncılık / Alaturka Şiirler, 1.Basım 1992, Varlık Yayınları / Hesap İşi Şiirler, 1.Basım 1993, Promete Yayınları / Soneler, 1.Basım 1994, Korsan Yayıncılık / Bir Acıya Kiracı, 1.Basım 1998, Yapı Kredi Yayıncılık ( Bütün Şiirleri) 

*** 

BEHÇET AYSAN KİTAPLIĞI 

Karşı Gece, 1.Basım 1983, Yeni Türkü Yayınları / Sesler ve Küller, 1.Basım 1984, Varlık Yayınları / Deniz Feneri, 1.Basım 1987, Puhu Kitaplar / Eylül, 1.Basım 1988, Hacan Yayınları / Düello, 1.Basım 1993, Adam Yayınları (Toplu Şiirleri) 

UĞUR KAYNAR KİTAPLIĞI 

Çiçekler Halaya Durdu, 1.Basım 1988, Denk Ajans, Gizemya, 1.Basım 1990, Elyazıları Yayıncılık / Aşkınam,1.Basım 1991, Elyazıları Yayıncılık / Güncesika, 1.Basım 1995, Suteni Yayıncılık 






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder