25 Temmuz 2012 Çarşamba

GÖZE ÇARPANLAR...


NE VAR?

Jose Marti Avrupa Küba’yla Dayanışma Tugayı’nın 41. Buluşması Gerçekleşti

2015 İçin Soykırım Filmi

Melih Gökçek'in KABA HAT Rahatsızlığı

Ataman'ın Yerine Barış Pirhasan

Avignon'da 'Yeni Roman' Rüzgârı

Frank Pierson Hayata Veda Etti

Kapadokya Tarihini Değiştiren Keşif

Bir Festival Daha Var, O da Venedik

Jose Marti Avrupa Küba’yla Dayanışma Tugayı’nın 41. Buluşması Gerçekleşti

2-20 Temmuz arasında Havana yakınlarındaki Julio Antonio Mella Uluslararası Dayanışma Kampı’na 17 Avrupa ülkesinden 101 kişi katıldı. Türkiye bu yıl Jose Marti Küba Dostluk Derneği’nin organizasyonu aracılığıyla 5 katılımcıyla temsil edildi.

Avrupalı devrimcilerin Küba devrimine destek olmak için başlattıkları Jose Marti Avrupa Küba'yla dayanışma ve gönüllü çalışma kampı 41 yıldır devam etmekte. Kampın amacı Küba’nın siyasal, sosyal ve kültürel hayatını yakından tanımak, dünyadaki gelişmelerle ilgili fikir alışverişinde bulunmak ve Küba devriminin Avrupa’da tanıtılmasına katkıda bulunmak şeklinde özetlenebilir.

Bu yılki programda tugaylar, tarım kooperatiflerindeki çalışmalarına, çeşitli konferans ve seminerlere ve gezilere katıldılar.

Tarım kooperatiflerindeki çalışmalar sabahın erken saatlerinde kamp civarındaki kooperatiflerde gerçekleşti. Bu çalışmalara Kübalı tarım işçileri öncülük ederken ve yerel üniversite öğrencileri ile kadın örgütleri temsilcileri de katıldı. Tugaylar ağırlıklı olarak muz ağacı ekimi, fasulye toplanması, papaya ve avokado tarlalarında yaban otların temizlenmesi, kamp alanının düzenlenmesi gibi işlerde gönillü olarak çalıştılar.

Öğleden sonra ise, Küba siyaseti ve ekonomisi üzerinde çeşitli toplantılar yapıldı. Bu toplantılarda öne çıkan başlıklar, ABD’nin Küba’ya uyguladığı abluka, Küba karşıtı Batı medyasında sürmekte olan karalama kampanyası ve Miami kaynaklı karşı-devrimci faaliyetler oldu. Jose Marti, Che Guevara ve Fidel Castro’nun Küba siyasal düşüncesindeki önemi özel olarak vurgulandı. Komünist Gençler Birliği, Üniversite Öğrencileri Federasyonu, Küba İşçi Konfederasyonu ve Küba Kadın Federasyonu gibi politik ve toplumsal örgütlerle toplandılar yapıldı. Bilgilendirme toplantıları Küba tarihi, siyaseti ve Küba’nın dünya halklarıyla eğitim ve tıp alanındaki dayanışması ile ilgili belgesel gösterimlerini de içerdi. Ayrıca, 1998’den beri ABD cezaevlerinde tutsak olan Küba 5’lisi için çeşitli dayanışma etkinlikleri yapıldı. Katılımcılar toplantılar sırasında merak ettikleri soruları sormak ve görüşlerini belirtmek imkânını buldular.

İki ayrı gün Havana’ya gerçekleştirilen gezide Tugay’ın 41. yılı onuruna verilen bale gösterisi izlendi, Devrim Müzesi ve Güzel Sanatlar Müzesi gezildi. Dört günlük Pinar del Rio gezisinde ise, Che’nin komuta üssü, Viñales bölgesi, tütün fabrikası, balık işleme tesisi, huzur evi ve kreşler gezildi. Kampa dönmeden önceki gece, Devrimi Koruma Komitelerinin bir mahallede hazırladıkları karşılama töreniyle başladı ve müzikler eşliğinde yüzlerce Kübalının Tugaylarla birlikte dans etmesiyle devam etti. Tugaylar ziyaret ettikleri her yerde halkla bütünleştiler ve onların günlük hayatını yakından gördüler.

Kampın geri kalan zamanlarında voleybol ve basketbol maçları yapıldı, satranç turnuvaları düzenlendi, Guayabal köyüne dostluk koşusu gerçekleştirildi. Geceleri ise Kübalı müzisyenlerin ve dansçılarının gösterileriyle eğlenildi

Avrupa gecesi kampın en hareketli etkinliklerinden biri oldu. Her ülkenin Tugayı ayrı bir gösteri sundu. Gece Türkiye Tugayının Yunan Tugayıyla ortak olarak hazırladıkları barış ve halkların kardeşliği mesajını verdikleri gösteri ile sonlandı. Bu gösteri tüm katılımcılardan büyük bir takdir aldı ve coşkuyla alkışlandı.


(soL)



2015 İçin Soykırım Filmi

Ermeni diasporası 2015 yılında gösterime girmek üzere bir soykırım filmi hazırlığına başladı. ABD yapımı filme "The Genex" adı verilecek. Gerilim-tarih türündeki filmde soykırım sırası ve sonrasında Anadolu Ermenilerinin paralarına el koymakla suçlanan Alman bankalarına karşı yürütülen hukuk savaşının konu alınacağı belirtiliyor.

Los Angeles merkezli "Edgeart Entertainment" adlı prodüksiyon şirketi tarafından gerçekleştirilecek filmin yönetmenliğini Ermeni kökenli yönetmen Sevada yapacak. Filmin senaryosu ise daha önce birçok Amerikan TV dizisinin senaryosunu kaleme alan Alan Katz tarafından hazırlanıyor. 24 Nisan 2015'te gösterime girmesi planlanan filmde rol alacak aktörlerin 2013 yılı içinde belirleneceği açıklandı.

Filmde, kısaca Gomidas olarak tanınan 1869 Kütahya doğumlu Ermeni din adamı ve besteci Salomon Salomonyan'ın 1913 yılında bir Alman bankasında açtırdığı hesaptan yola çıkılarak, Alman bankalarının soykırım sırasında ve sonrasında Anadolu Ermenilerinin paralarına el koyduğu teması işlenecek. Bu öyküden yola çıkılarak günümüzde bir Amerikalı avukatın "güçlü ve çok uluslu" olarak tanımlanan bankaya karşı verdiği hukuk mücadelesi anlatılacak.

Film bir kurgu olsa da dipasora kuruluşlarının son yıllarda bazı Alman bankalarına karşı Alman adaleti önünde başlattığı hukuk savaşını anımsatıyor olması bakımından dikkat çekiyor. Bazı diaspora kuruluşları, "1915 sonrası Anadolu Ermenilerine ait 30 ton altına el koydukları" gerekçesiyle geçtiğimiz yıllarda Deutsche Bank ve Dresdner Bank’tan davacı olmuşlardı. Söz konusu kuruluşlar, Almanya’nın olaylarda "sorumluluğu" bulunduğunu, dönemin Berlin yönetiminin Berlin-Bağdad tren yolunun inşası için, çoğu sonradan Suriye çöllerinde ölen yüzbinlerce Ermeniyi “köle olarak” kullandığını öne sürüyor.


(ntvmsnbc)



Melih Gökçek'in KABA HAT Rahatsızlığı

KABA HAT sanatçıları geçtiğimiz ay Türkiye’nin "küresel marka kozu olan İstanbul’un ve başkent Ankara’nın" belediye başkanları Kadir Topbaş ve Melih Gökçek için bir anıt yarışması başlatmış, "herkesi Sn. Topbaş ve Sn. Gökçek’in şahsiyetlerini ve / veya değerli hizmetlerini gelecek nesillere aktaracak anıt projeleri düşlemeye" çağırmıştı. Yarışmanın KABA HAT’ın internet sitesinde yayınlanan duyurusunda, kurgulanacak olan anıt önerilerine herhangi bir kısıtlama getirilmemiş; yarışmaya heykel tasarımı, mimari tasarım, kamusal sanat projesi, performans, yerleştirme, video, resim, fotoğraf, kolaj, kavramsal metin, şiir, kitap, müzik gibi her alanda üretim ile katılmanın mümkün olduğu açıklanmıştı. Her katılımcıdan işini tanımlayan, uygun gördüğü uzunlukta birer de metin beklenmekteydi.

Yarışmanın duyuru metninin yayınlanmasının hemen akabinde Melih Gökçek’in avukatlarından bir ihtar mektubu alan KABA HAT, duyurunun yayından kaldırılması talebiyle karşılaştı. Aynı mektup, yarışmanın duyuru metninin eski halinin yayınlandığı yumusak-g.com’a ve buradaki bağlantıyı Twitter hesabından paylaşan ortaformat dergisine (http://www.ortaformatdergi.com/) de gönderilmişti. Mektupta, duyurunun yayından kaldırılması dışında, aşağıdaki özür metninin yayınlanması da talep ediliyordu:

"İnternette muhtelif sosyal paylaşım siteleri (twitter, facebook v.s.) ile http://kaba-hat.com isimli web sayfamızda yayınlanan '..Kaba-hat’tan Kadir Topbaş/Melih Gökçek Anıt Yarışması ..' başlıklı yayında geçen ifade ve olguların Sayın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Melih Gökçek’in şeref, onur ve saygınlığını rencide emesi sebebiyle, anılan içerik yayından çıkarılmıştır. Bahse konu yayın sebebiyle, öncelikle Sayın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Melih Gökçek’in şahsiyetinden ve devamında tüm kamuoyundan özür dileriz."

Haber yumusak-g.com’dan ve ortaformat dergisi’nden kaldırıldı; fakat KABA HAT duyuruyu kendi sitesinde yayınlamaya devam etti ve ihtara cevaben bir metin kaleme aldı. Melih Gökçek’in avukatlarına gönderilen bu metin; kamusal figürlerin ya da kent kültürüne dair unsurların sanat yoluyla tartışmaya açılabileceğini; bu tür girişimlerin ancak şehirlerin kültürel yaşamına ve demokrasi kültürüne zenginlik katmaya yarayacağını belirtiyordu. Bu tür girişimlerin hakaret ya da tehdit olarak algılanmasının ise Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan fikir, düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin hükümlerle bağdaşmadığının altını çiziyordu. [RO]

KABA HAT’ın yarışma çağrısına ve Melih Gökçek’in avukatlarıyla gerçekleştirilen yazışmalara KABA HAT’ın internet sitesinden ulaşılabilir:

http://kaba-hat.com/category/kadir-topbas-melih-gokcek-anit-yarismasi/


(E-Skop)



Ataman'ın Yerine Barış Pirhasan

ANTALYA - Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) işbirliğiyle 6-12 Ekim tarihlerinde düzenlenecek 49’uncu Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nde Hülya Avşar’ın başkanlık edeceği ulusal uzun metraj film yarışması jürisine yönetmen Barış Pirhasan dahil oldu. Pirhasan, yeni çekeceği filmi gerekçe göstererek jüriden ayrılan yönetmen Kutluğ Ataman’dan boşalan yeri dolduracak. Festival yönetimi, Hülya Avşar’ın başkanlığı nedeniyle jüriden ayrılan tiyatro sanatçısı Levent Kırca’nın yerine henüz bir isimde karar vermedi. 

Festival yönetimi tarafından teklif edilen ulusal uzun metraj film yarışması jüri üyeliğini kabul eden Barış Pirhasan, Altın Portakal jürisinde yer almanın kendisi için onur verici olduğunu söyledi. ’Usta Beni Öldürsene’ filminin senaryosuyla 37’nci Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ’En İyi Senaryo’ Ödülü’ne değer görülen Barış Pirhasan, aynı filmiyle 1998 Ankara Uluslararası Film Festivali’nde ’En İyi Film’, ’En İyi Yönetmen’ ve ’En İyi Senaryo’ ödüllerinin de sahibi olmuştu. 

Yönetmen, Senarist, Yapımcı, Şair

Ünlü yazar Vedat Türkali’nin oğlu olan, Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu Barış Pirhasan, sinemaya 1983 yapımı bilim kurgu türündeki ’Badi’ filmiyle senarist olarak olarak adım attı. 1985-1990 yılları arasında Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı 6 filmin senaryosunda imzası bulunan Pirhasan, senaryosu ve yönetmenliği kendisine ait ’Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal’ filminin yapımcılığını da üstlendi. İki şiir kitabı bulunan Pirhasan’ın filmografisinde yönetmen olarak ’Adem’in Trenleri’ (2007), ’O da Beni Seviyor’ (2001), ’Kendim ve Diğeri’ (2000), ’Bir Kadın Bir Erkek’ (2000), ’Usta Beni Öldürsene’ (1996), ’Yer Çekimli Aşklar’ (1995), ’Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal’ (1989) bulunuyor. (Radikal) 


(Demokrat Haber)



Avignon'da 'Yeni Roman' Rüzgârı

Bu yıl Avignon Tiyatro Festivali rakip olduğu Edinburgh Festivali’ne karşı kendi edebiyat tarihine dönerek bakıyor ve ‘Yeni Roman’ dönemini güncelleştiriyor. Festival; Christophe Honoré’nin sahneye koyduğu ‘Yeni Roman’ adlı piyes ile, Fransa’da 1950’lerden 1970’lere kadar etkili olan ve egzistansiyalist Sartre’ın başını çektiği ‘angaje edebiyat’ına karşı başka bir siyaseti canlandıran, edebiyatta nesnelerin üzerine dönerek konuyu ikinci plana alan Alain-Robbe Grillet, Nathalie Sarraute, Calude Simon ve diğerlerinin yanında en gençleri olan Michel Butor’un gerçekleştirdiği edebi ve siyasi forma geri dönerek bakmaya çalışıyor. Emile Henriot’nun 1957’de ileri sürdüğü ‘Yeni Roman’ ismi edebiyat çevrelerini, entelektüel hayatı sarmıştı. Balzac’vari bir anlatının ve tasvirler dünyasına ve konuya karşı çıkan bu edebiyat, dilin kendisi üzerinde dönmekteydi. 

Yaratının formdan geçeceğini vurgulayan bu akımın ülkemizde 1960 ve 70’li yılların içinde büyük bir etkisi olduğunu söylemek zordur. Egzistansiyalist edebiyatın Marksizmle karıştığı bir sırada çeviriler de üsluba göre değil anlama göre yapılmaktaydı ve Türkiye’deki entelektüel hayat bir ‘adaptasyon’ dünyasını yaşamaktaydı. Ancak 1990’lı yıllardan itibaren çevirilerde üslup ve form öne çıkmaya başlayarak aslında belki de anlaşılması daha zor bir yazı ve edebiyat dönemine girilmeye başlanmıştı. Ancak dilin bir form olduğu ve form ile birlikte başka bir politika yapıldığını ve bunun da sanatsal yaratıdan geçtiği yavaş yavaş anlaşılmakta. 

Avignon Festivali de, Fransa’da bugün nerdeyse unutulan budönemi yeniden ele alarak yaratının hikâyeden daha az ehemmiyetli olmadığının üzerinde durmakta. Psikolojik anlatının bırakılması, öznenin yok edilmesi, yazarın silinmesi ve yazının arkasında durması ve özellikle post-modern döneme ait ‘komplo edebiyatının’ zamanımızdaki entrika anlatısına karşın bütün bunları formun arkasına alan bir edebiyat ve tiyatro türü ortaya konulmakta. Festivalin buraya doğru dönüp bakması ilginç tabii. 1947’de Avignon Festivali’nin kurucusu olan Jean Vilar’a yapılan methiye de modern Fransız tiyatrosunun ve Avignon’un kuruluşunun izlerine geri dönmek çabasını beraberinde taşıyor. Burada da, son dönemlerde gündemde olan bir sanatsal olguya rastlamaktayız. Documenta 13 Kassel’de de yerin belleğine dokunmakta. Kabul’de Aligiero Boetie’nin Kabul günlerine dönerek yeniden bakması gibi, Paris Trienali’nde de, Palais de Tokyo’nun tarihine ait işlerin sergilenmesi Avignon Tiyatro Festivali ile benzerlikler taşımakta. Kendi modernliğinin arayışında bulunan sanatların bu geriye bakışı belki de hiç durmadan ilerleme üzerine kurulu bir modernlik anlayışına karşı başka bir modernlik tarihini hatırlamaya çalışmakta. 

Tüm Şehir Tiyatro 

Diğer taraftan Avignon sokaklarında ‘off’ olarak nitelendirilen, ana festivalin dışındaki piyeslerin oyucularının sokaklarda dolaşması, gösteriler yapması şehre büyük bir canlılık getiriyor. Her yer flyer’lerle dolu. Gerçekten bir festivalde olduğunuzu hatırlatan, tüm şehri mobilize eden bir tiyatro ambiyansındayız. 

Papalar Sarayı’nda La Cour d’honneur’deki oyunun eski ihtişamlı görüntüsünde veya Georges Didi-Hubermann’ın, ateşböcekleri üzerine Passolini için kaleme aldığı metinden yola çıkarak yapılan performatif okuma tiyatrosunun St. Joseph Koleji’nin avlusundaki gösterisinde olsun, Nicolas Tourang’ın sahneye koyduğu oyuna kadar, bu yıl disiplinler yine birbirlerine karışmakta: Tiyatro metinleri, opera, edebiyat, fiziki performanslar, felsefe ve sosyo-politik iç içe girmiş vaziyette. 

Bienallerden tanıdığımız William Kentridge’in Opera’da, kendisinin de sahnede yer aldığı müzikal post-kolonyal operasından geçerek veya Sophie Calle gibi isimlerin yanı sıra, ‘ Arap Baharı’nı temsil eden, Kasel’de başka bir video enstalasyon ve performans yapan Rabih Mroué’nin, bu sefer Linah Saneh ile birlikte gerçekleştirdiği ‘33’lük Plak’, bu yıl hem Documenta 13’te hem de Avignon Tiyatro Festivali’nde bir oyun ortaya koyması ilgi çekici durmakta. Aynı şekilde Jerome Bel’in iki ayrı şehirdeki iki ayrı sanatsal faaliyetinin, yani ‘Sakatlarla Dans’ projesinin gösterilmesi de, bu ayrı gibi duran festival ile Documenta’nın birbirlerine ne kadar yaklaştığını gösteriyor. 

En büyük ilgiyi çeken ise Papalar Sarayı’nda sergilenen, içinde en çağdaş video tekniklerinden yatay bir şekilde yere uygulanan ışık enstalasyonlarının gerçek kişilerle karışarak kullanıldığı tekniklere kadar Simon McBurney’in sahneye koyduğu Rus modernizminin temsilcisi M. Bulkagov’un ‘Efendi ve Marguerite’ piyesinin ihtişamı oldu. 

Festivalin daha ilk on gününde satılan bilet sayısının 150 bin gibi bir rakam olması ise etkinliğin popülerliğinin bir göstergesi. Devletin ve özellikle Kültür Bakanlığı’nın ve France Culture radyosunun destekleriyle yapılan festivalde ara ara Paris Belediye Başkanı Delanoë’den eski Fransız bakanlara kadar politik kişiliklerin piyeslerde boy göstermesi ve halkın arasına karışması ise dikkat çekici bir rahatlık ve serbestlik göstergesi olarak durmakta.


(Radikal)



Frank Pierson Hayata Veda Etti

Oscar ödüllü senaryo yazarı Frank Pierson, dün 87 yaşında hayata veda etti. Al Pacino’nun başrolünde oynadığı ‘Dog Day Afternoon’ isimli filmin senaryosunu yazan Pierson, bu filmle 1975 yılında en iyi senaryo yazarı dalında Oscar ödülüne layık görülmüştü. Pierson ayrıca, 1965 yapımı ‘Cat Ballou’ ve 1967 yapımı ‘Cool Hand Luke’ ile iki kez en iyi senaryo yazarlığı dalında Oscar ödülüne aday gösterilmişti. Pierson ayrıca 2001 - 2005 yılları arasında Akademi’ye başkanlık yapmıştı.



(Radikal)



Olimpik Jimnastikçinin Öyküsü Perdede

Türkiye’nin ilk olimpik cimnastikçisi Göksu Üçtaş’ın hikâyesi beyazperdeye aktarıldı. 27 Temmuz’da başlayacak Olimpiyat Oyunları’nda Türkiye’yi temsil etmek üzere şu sıralar Londra’da bulunan Göksu Üçtaş ile başlayan, atletler serisinin amacı hem futbolun arkasında kaybolmuş amatör branşlardadünya çapında başarılı kadın sporcuları aktif spor hayatları sürerken belgelemek hem de spor dallarının görsel zenginliğini gözler önüne sermek. Kısa filmci Efe Öztezdoğan’ın yazıp yönettiği serinin beş dakikalık filmi eylül ayından sonra Cinemaximum sinemalarında film aralarında gösterilecek.


(Radikal)



Kapadokya Tarihini Değiştiren Keşif

Aksaray Müze Müdürü Yusuf Altın, yaptığı açıklamada, Ihlara Vadisi'ndeki kültür varlıklarını belirleme ve projelendirme çalışmalarının devam ettiğini söyledi.

Ihlara Vadisi'nde daha önce yapılan çalışmalarda tespit edilen tescilli kültür varlığı sayısının yürütülen bu çalışmayla 12'den 45'e yükseldiğini ifade eden Altın, tescil edilen kültür varlıklarından birinin cami olmasının kendilerini heyecanlandırdığını vurguladı.

Vadide ilk kez bir kaya oyma camiye rastlandığını, bunun Kapadokya'nın en büyük yerleşimi olan Ihlara Vadisi hakkında şimdiye kadar bilinen birçok şeyi değiştirdiğini belirten Altın, ''Bu caminin yakınında bir kaya oyma kilise bulundu. Bu da Ihlara'da Hristiyanlarla aynı dönemde Müslümanların da yaşadığını ortaya çıkarıyor. Üstelik ibadethaneleri birbirine çok yakın'' dedi.

Mihrabı, Kubbesi Olan Bir Kaya Cami

Kaya oyma caminin son cemaat mahalli ve harimden oluşan bir mekan olduğunu anlatan Altın, şunları kaydetti:

''Caminin girişine, kayaya oyulmuş üç basamakla ulaşılmaktadır. Harimde kıble yönünde bir mihrap, mihrabda 6 mukarnas bulunmaktadır. Bu caminin en büyük özelliği kubbeli olması ve kubbelerin oyma bir mekan üzerinde bulunmasıdır. Burada mihrabdaki özellikler silmelerle geçilmiş. Mihrap nişini görmekteyiz. Cami çok özenli yapılmış. Kemerli niş oyuklarla hareketlendirilmiş. Dışardan dikkati çekmeyen cami içine girince şaşırtıyor. Mazgal penceresi ve doğrudan dışarı açılan giriş kapısı bulunan caminin en büyük özelliği ise yan tarafında bir kilise bulunması. Girişi farklı bir noktadan olan kilise, yer altı şehri ile birleşmekte. Cami ile kiliseyi yan yana bularak önemli bir kültür varlığını ortaya çıkardık.''

Kilise ile caminin yakınında bulunan ''yemeklik'' adı verilen bölümün Hristiyanlar ve Müslümanlarca ortak kullanılmasının da mümkün olduğunu dile getiren Altın, ''Kilise ve caminin duvarında görülen taraklama tekniği aynı. Bu aynı döneme ait olduklarını gösteriyor. Yapıların Anadolu Selçuklular dönemine tarihlendiğini tahmin ediyoruz'' dedi.

Turistlerin Çok Az Gezdiği Bir Bölgede

Ihlara Vadisi'nde kayalara oyulmuş bir caminin bulunmasının burada Müslümanların yaşadığının delili olduğunu belirten Altın, ''Cami, vadi içinde turistlerin en az gezdiği bölgede yer alıyor. Belisırma köyünden Yaprakhisar yönüne giderken 3,5 kilometre mesafede Ihlara Vadisi'nin sağ kayalık yamacında, nehrin yaklaşık 50-60 metre yukarısında yamaç boyunca oyularak yapılmış bir dizi kaya oyma yapıdan bir tanesi. Burası vadiye gelen turistlerin tur kapsamı dışında kalan bir bölge'' diye konuştu.

Altın, ayrıca vadinin çıkışında yer alan Yaprakhisar köyünde de bir kaya cami tespit ettiklerini belirterek, yapılacak yeni çalışmalarla daha birçok mekanın ortaya çıkarılabileceğini sözlerine ekledi.


(Cumhuriyet)



Bir Festival Daha Var, O da Venedik

Mohsin Hamid’in aynı adlı romanından Mira Nair tarafından beyazperdeye aktarılan Gönülsüz Köktendinci, Venedik Film Festivali’nin açılış filmi olarak seçildi. 11 Eylül’de Wall Street’te çalışan Pakistanlı bir adamın öyküsünü anlatan filmde, Kiefer Sutherland, Riz Ahmed ve Kate Hudson gibi isimler rol alıyor. Ayrıca IMDB'ye göre Haluk Bilginer de filmde yer alan isimler arasında.

Gönülsüz Köktendinci, Changez adlı Pakistanlı gencin hikâyesini merkeze alıyor. ABD’ye gelerek Princeton Üniversitesi’nde işletme eğitimi gören Changez, çok geçmeden toplumun seçkin kesimine katılır. Muhteşem bir işi, herkesin gıpta ettiği bir hayatı vardır. Ne ki, 11 Eylül saldırılarının akabinde derin bir kimlik sorgulaması içinde bulur kendini.

Nair’den Örnek Bir Film

Toplumdaki kutuplaşma günden güne had safhaya ulaşırken, Changez de etrafından ve yaşamdan soğuduğunu hissetmeye başlar. En nihayetinde ise, ABD’yi ve özenli hayatını geride bırakarak Pakistan’a yerleşmeye karar verir. Kitabın yazarı Mohsin Hamid’in öyküsü de Changez ile benzerlikler taşıyor. ABD’ye gelerek Princeton Üniversitesi’nde işletme eğitimi gören Mohsin Hamid de 11 Eylül saldırıları sonrasında Londra’ya yerleşiyor.

Bu yıl 69’uncu kez düzenlenecek olan Venedik Film Festivali’nde yarışma dışı kategoride izleyici ile buluşacak olan film, eleştirmenlerin takdirini kazandı. Festivalin yönetmenliğini üstlenen Alberto Barbera, 2001 tarihli Muson Düğünü ile Venedik’te Altın Aslan Ödülü’ne değer görülen Nair’in usta bir yönetmen olduğunu belirtti. Barbera, “Mira Nair, köktendincilik veya doğa üzerine yazılmış romanların nasıl beyazperdeye uyarlanması gerektiği konusunda örnek bir filme imza atmıştır” dedi. Gönülsüz Köktendinci, Nair’in Venedik’te gösterilen beşinci filmi olma özelliğini de taşıyor.

Ali Aydın’ın ilk filmi Küf de, festival kapsamında Eleştirmenler Haftası bölümünde izleyici ile buluşacak. Küf, 2010’da Seren Yüce’nin yönetmenliğini üstlendiği Çoğunluk filminin değer bulunduğu Geleceğin Aslanı Ödülü’nün de adayları arasında yer alıyor.

Bu da Venedik Jürisi

ABD’li yapımcı Michael Mann’ın başkanlık edeceği Venedik Film Festivali jürisinde Hong Konglu yönetmen Peter Chan ve Britanyalı aktris Samantha Morton’un da yer alacağı açıklandı. Jackie Chan filmleriyle sinemaya adım adan Hong Konglu yönetmen Chan, 1991 yılında ilk yönetmenlik denemesi Alan and Eric: Between Hello and Goodbye’la ödüller kazanmaya başladı. 35 yaşındaki Samantha Morton ise iki kez Oscar’a aday gösterildi ve son olarak David Cronenberg’in Cosmopolis filminde beyazperdede göründü. Venedik Film Festivali’nin jürisinde yer alan diğer isimler ise şöyle: Sırp aktris Marina Abramoviç, İtalyan yönetmen Matteo Garrone, Fransız asıllı İsviçreli yönetmen Ursula Meier ve Arjantinli yönetmen Pablo Trapero.


(Taraf)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder