HES’ten sakınmadığı çocuklarını seksten sakınan zihniyetin sahiplerini hangi leylekler, nereden bulup da getirirler bilinmez. Bildiğimiz, bir yerde takva zabitleri caddelere saçıldıysa arka sokaklarda hep büyük günahların işlendiğindir. Zira kuraldır, küçük günahlara tahammülü olmayanlar büyüklerinin içinde yaşarlar. Bataklık ne kadar kararırsa nilüferin parlaklığı o kadar sinir bozar. Ahlaksızlığın, tamahkârlığın, gaddarlığın her türlüsünü içeren düzen ile halleşmiş bir adam, gelir kızının perçemine kafayı takar. İnsan kendini aldatmadan yaşayamaz. Açılmış kadın memesinden kopacak kıyametin korkusuna sığındığında kendi cehennemini görmez olur. Edebi apış arasında, anahtarları aydınlıkta arar. Bulamasa da, yastığa başını koydu mu uyur. Hiçbir zalim kendisine zalim demez. Herkesin yatağa girmeden önce iyi olduğuna inanmaya ihtiyacı vardır.
Dergileri poşete sokup, filmleri makaslayıp, memelere yıldız, sigaraya da çiçek koydular mı rahatlarlar. Çünkü çoluğunu çocuğunu, aile yapısını, dinini tehlikelerden korumanın huzuru hiçbir şeye değişilmez. Sansürün sansürcüye vaat ettiği mutluluk budur. Üstelik bunu yapmak çocukları özel okullardan, aile yapısını geçim derdinden ya da dini faizsiz bankacılıktan korumaktan çok daha kolaydır. Tehlikenin ne olduğuna ilişkin gerçek bir sorgulama uzun ve cesaret isteyen bir iştir. İnsanın başını belaya sokar. Sansürcünün bunlara ayıracak vakti yoktur. Sevişene makası vurur, gerisine karışmaz.
Oysa bir toplumda her akşam Emmanuelle izlenmesi, Acun Ilıcalı izlenmesinden daha zararlı olmayabilir. Rasim Ozan’lı bir tartışma programının yanında bir porno filmin ruha vereceği zedeleyicilik nedir ki? Sansürcü bunları düşünmez. Giyinik insanlardan bir kötülük çıkmayacağına imanı tamdır. Üçüncü sayfaların sansürleyemediği gerçeklerini doğuran nedenleri kafaya takmaz. Hayatı hissiz bir pornoya, ülkeyi vahşi bir ormana çeviren düzenin yazdığı senaryoda oynamak zorunda kalmış insancıklar onun konusu değildir. O, gerçeğin bile takmadığı kurguyu kafasına takmış saplantılı bir kişiliktir.
Sansürcünün makası dünyevileşmek imtihanından kalmış bir muhafazakârlığın makyaj malzemesidir. Kendisi azalanın daima simgesi çoğalmaktadır. Cumhuriyet’in dev bayrak asma modasıyla uğurlanışını düşünelim. ‘Dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz’ sözünün ‘’Bir Türk dünyaya bedeldir’’den bir farkı yoktur. İnsanı büyük söyleten hep endişedir. O halde sansürcü ‘haklı’ bir endişenin ürünüdür. Tuttuğu her dal elinde kalmıştır. Arkaik bir figür olduğunu bilerek, beyhude bir iş icra etmektedir. Zira yapacağı başka bir şey yoktur. Varlığının temeli çökmüş, hırsına, aç gözüne, dünyevileşmiş varoluşuna uyduracak kılıfı kalmamıştır. Adeta bir hayalettir. Yaptığı işi ciddiye alışıyla gülünçtür. ‘Muzırlıktan’ korumaya çalıştığı bu ülkeye bizzat neler yaptığıyla yüzleşmek zorundadır. Bir alışveriş merkezinde oturmalı, etrafına bakmalıdır. Sansürleyecekse pek çoğu kendisinin olan o dükkânları sansürlemelidir.
Özal, erotik dergileri poşete sokarken yabancı dergilerin yerli edisyonları tüketim kültürünü pompalıyordu. İnsanı performans ile ölçen, hayatı bir rekabet alanına çeviren yaşam tarzları destekleniyordu. Tanrı yazarlar bize bolluk içinde yaşayacağımız hafif bir dünyayı müjdeliyordu. Reklam cıngıllarının sesi darbenin işkencehanelerinden yükselen çığlıkları bastırıyordu. İnsanı, aşkı, tabiatı geri dönülmez biçimde tahrip edecek bir düzen itinayla inşa ediliyordu. Hazcı yeni dünyanın yaşam gustoları bize nasıl bencil olacağımızı anlatıp duruyordu. Menfaati aramanın doğruluğu başkasını düşünmenin yanlışına galebe çalıyordu. Evler, arabalar düşlemek teşvik ediliyor, mülksüz ama mutlu bir hayatın imkânsızlığı vurgulanıyordu. Fakirlerin salaklığından, zenginlerin becerikliliğinden dem vuruluyordu. Rüşvet eşyanın tabiatıydı. Memur korkak, tüccar cesurdu. Öğretmenlerin pazarda limon satmasından hüzün değil istihza çıkıyordu. Bunların hepsi serbestti. Çıplak kadın dergileri poşete giriyordu. Ben çocuktum. En çok torbadaki dergileri merak ediyordum. Biliyorduk, onların hayır dediğinde şer, şer dediğinde hayır vardı. Bugün de öyle olduğunu biliyoruz.
BAŞAN BAŞARAN/BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder