30 Ağustos 2012 Perşembe

MİLENA'YA MEKTUPLAR - FRANZ KAFKA

Dürüst bir insanım Milena. Esaretin izin verdiği kadar dürüst. Bir şeklimle herkese benzemeyen farklı bir yön var bende. Huzur içinde bir dakika bile çok görülmüştür bana. Her şeyi savaşarak kazanmak mecburiyetindeyim. Sadece geleceğimi değil geçmişimi de kendim yaratmak zorundayım. Dünya sağa dönüyorsa bu ritme uymak için benim sola dönmem gerekiyor. Palto giymeye üşenirken bu koca dünyayı sırtımda nasıl taşırım ben?

*** 

"Yarım saattir iki mektubunla kartını okuyorum ve bu sırada durmadan güldüğümü şimdi farkettim. Dünya tarihinde bundan daha mutlu bir imparatorluk var mıdır acaba? Odasına bir geliyor ki 3 mektup var ve bunların açmaktan -ağır ağır ağır hareket eden parmaklar- arkasına yaslanmaktan ve bunun, bu mutluluğun kendisini bulduğuna inanamamaktan başka yapacak hiçbir iş yok.

Hayır, hep gülmedim. Bavul taşıman konusunda söyleyecek söz bulamıyorum, buna inanamıyorum, inandığımda gözümde canlandıramıyorum, canlandırdığımdaysa Pazar günkü kadar güzelsin -yok buna artık güzellik denemezdi; cennetin yerini yurdunu şaşırmasıydı bu-

Fakat yine de buna inanamıyorum eğer gerçekten böyle olduysa, itiraf etmeliyim ki bu korkunç olduğu kadar da muhteşem. Ama hiçbir şey yememen ve aç olman (ben burada aç olmadığım halde tıka basa doyuruluyorken) bunun yanı sıra gözlerinin eltındaki torbalar (üzerinde oynanıp sonradan eklenmiş olamaz, fotoğrafın yarattığı sevincin yarısını da aldı götürdü bunlar, yine de yeterince kaldı ve bunun için elini o kadar uzun süre öpmek istiyorum ki, bu hayatta bir daha ne çeviri yapmaya kalkış ne de istasyondan bavul taşımaya) İşte bunlar için seni bağışlayamam, asla bağışlamayacağım, 100 yıl sonra kulübemizin önünde oturuyor olduğumuzda bile bunun için sana sitem edeceğim. Hayır, şaka yapmıyorum."

***

Gerçekten, hasta olmanız değil beni korkutan, bu rahatsızlığı tetikleyen şeyin ne olduğu... Yalnızca, o zamanlar hastalığın bendeki keyfiyeti için zihnimde tertiplediğim ve daha pek çok duruma da uyan açıklamayı düşünüyorum. şöyle ki; beyin kendisine tahmil edilen huzursuzluk ve acılara dayanamaz hale gelmişti. Şöyle diyordu: "Pes ediyorum, eğer burada bütünün korunmasıbı birazcık önemseyen biri varsa, benim yükümün bir kısmını üzerine alsın ve böylece bir süre daha idare edelim." Böylece akciğer bu göreve talip oldu, bunu yapmakla çok şey kaybetmeyeeckti herhalde. Beyin ve akciğer arasında benim bilgim dışında yapılan bu pazarlıklar müthiş geçmiş olmalı.

***
Sevgili Milena Merak ediyorum seni Milena. Kalem tuttuğun elini, saçlarını ve ruhunun sürekli ağladığını yansıtan gözlerini. Soğuk bir ürperti geliyor Milena, üşüyorum senin adını her andığımda. Küfürbaz Kafka burada olsaydı herhalde küfrederdi bana. Ama ne yapayım Milena sana olan aşkım…

Milena, Havva’nın elmayı ağaçtan koparması gibi bir şey. (Günah sayılan bu olayı, kimsenin anlamayacağı gibi anlıyorum kimi günler..) Havva elmayı yemek için koparmış da olabilir, hoşuna gittiği beğendiği için koparmıştır- belki de. Âdem’e gösterebilmek için yalnız. Koparmak önemli değildi anlaşılan, ama elmayı dişlemek sonucu doğurmuş oldu., Elmayla oynamak sonucu doğru olmayabilir, ama yasakta edilmemişti ki.

Hain olarak düşünebilirler beni fakat ben seni yazdıkların için de sevdim –her ne kadar onları aşkına söz geçiremeyen Franz’a yazdıysan da– ama sen başkaydın Milena hasta bir adamı sevecek kadar hastaydın. Beni belki o kadar sevmedin hatta hiç sevmemiş de olabilirsin ama kendimi frenlemeye yeltenemiyorum. Deli mi oldum bende bilmiyorum. Kafam hiç yerinde değil. Yalnız göz kapaklarımı hareket ettirebiliyorum. Sevgilim artık gözlerim bile ışıldamıyor. Artık ne yapacağımı da bilmiyorum. Dün öğle üzeri avludan gelen kuş seslerinin her tarafa dağıldığı şahit oldum. İlk önce avludan gelen kuş sesleri beynimim içine girmeye çabaladılar. Bir bulut gibi toplandılar, acı çığlıklarıyla sana olan aşkımı köreltmeye çalıştılar. Kendime geldiğimde bedenimdeki titreme beni öyle bir hale getirdi ki.. Ama yılmadın sana olan sevgimi sorgulamadım asla. Bütün gece yankı yapan sese kulak vermemeye çalıştım. Seni düşündüm.

Kötüyüm Milena, bilmediğin kadar kötü.. Onun için bağırıyorum ya! Meleklerin sesi sandığımız, cehennemin dibindekilerin türküsüdür.

***

Milena, Milena, Milena....Adından başka şey yazamıyorum. Yazmalıyım ama! Bugün şaşkınım, yorgun ve sensizim Milena. (Yarın da yanımda olmayacaksın.) Nasıl bitik olmayayım? Hastayım diye altı ay dinlen, günlerini hoş geçir diyorlar bana....Oysa bu süre içinde yalnız dört gün bağışlanıyor!

Bu dört günün salı ve pazarından yalnız bir parça, sabahlarla akşamlar da yok ediliyor üstelik! Tam bir esenliğe kavuşmadımsa suç bende mi, Milena!? (sol kulağına fısıldıyorum bunları...Güzel bir yorgunluktan sonra derin bir uykuya dalmışsın...Yoksul bir yataktayız, sağdan sola dönüyorsun ağır ağır, dudaklarımdan yana...)

Yolculuğum nasıl mı geçti? Anlatayım: İstasyonda gazete bulamayınca sokağa fırladım, sevindim buna da, ama yoktun sen, gitmiştin. İyi, dedim, böyle olması gerekirdi. Sonra gene trene döndüm, düzüldük yola, gazeteyi okumaya başladım. Nasıl olması gerekirse, öyleydi her şey...

Biraz sonra vazgeçtim okumaktan, sen yoktun artık yanımda...yanımdaydın elbet, bunu bütün benliğimle duyuyordum, ama birlikte geçirdiğimiz o dört günün yakınlığına benzemiyordu bu...Alışmalıydım bu çeşidine. Gene okumaya başladım: Bahr'ın günlüğünü okuyordum gazetede; Grein'deki bir yeri anlatıyordu. Bitirdiğimde yazıyı, dışarı baktım, ters yöne giden bir vagonun üstünde "Grein" yazılıydı!

Karşımda oturan biri "Narodni Listy"nin geçen pazarki sayısını okuyordu. Ruzena Jesenska'nın bir yazısı ilişince gözüme, istedim gazeteyi adamdan; bir göz attım, bıraktım sonra; beni uğurlarken gördüğüm yüzünü anımsadım da o yüzle oturdum ben de .

Unutamayacağım bir doğa olayıydı yüzün istasyonda Milena: Bulutlardan değil, kendiliğinden gölgelenen bir güneştin sanki.

Ne söyleyeyim daha? Kafam ve ellerim dinlemiyor beni.

***

"Artık gözlerine bakınca eskisi gibi avunamıyorum. Güneşe dayanamıyorum artık Milena geri dönmeliyim, geri dönmeliyim. Yolunu kaybetmiş bir hayvan gibi gücümün yettiğince kaçıyorum. Ama onu da gittiğim yere götürebilir miyim diye düşünerek kaçıyorum. O belki gittiğim karanlıkları aydınlığa çevirebilir...

Neler olduğunu sen de benim gibi bir türlü tam anlamıyorsun. Büyük bir coşku ile karşılaşınca delirecek kadar ürperiyorum. Bir şey istiyorum, gürültüden, kalabalıktan uzak karanlığımda kendi başıma kalmak. Bir yerlere gizlenmek istiyorum bu isteğim ardından gitmek istiyorum..

Bendeki bu coşku bir yanardağın patlaması gibi olduğundan elbet dinecek bir gün. Ama bu coşkuyu oluşturan güçleri içimde taşıdığımı bilmek çok korkutuyor beni. Zaten yaşamım korkulara bağlı beni vareden bu korkular onlar yok olursa ben de yok olurum. Benim böyle olduğumu sen de biliyorsun, hatta böyle olmasaydım benimle bu kadar ilgilenir miydin? Patlamalar şu an bitmek üzere aslında mutlu olmam gerekiyor ama bunların her zaman olacağını bilmek korkutuyor beni..

Gözüm açıldı artık Milena, ama “beni bırakma” diyen yakarışmalarımı düşünüp de acı çekmene gerek yok. Bu konuda senin ateşin hala bütün gücü ile aydınlatmakta yüreğimi. O yüzden düşüncelerimde değişen bir şey yok. Ancak bu durumun ne senin için ne benim için kötü bir durum. Çünkü söylenmesi gereken en küçük doğru söz ilk söylendiğinde beni yıkmaya tepetaklak yuvarlamaya yeterlidir..."

***

"Anladığım kadarı ile Milena ikimiz de çok çekingen ve ürkek kişileriz. Birbirimize gönderdiğimiz mektuplar o kadar çekingen o kadar korku dolu ki. Cevaplar dersen onlar ayrı bir korku kaynağı ikimize de doğuştan gelmemiş bu özellikler ama ben de huy edinmiş artık.

Bir odadayız Milena. Birbirine bakan iki kapının ardındayız ama ayrı ayrı. Biri açacak olsa diğeri hemen ürküp kapıyor kapıyı. Halbuki bu iki kişi ürkeklik olarak bu kadar benzemeseler, biri diğerine hiç aldırış etmese açsa kapıyı çıksa dışarı odayı düzenlese. Ama hayır o da en az diğeri kadar ürküyor ve saklanıyor kapısının ardına ve o güzelim oda bomboş kalıyor ortada.

Ve bu yüzden hep ikimizi üzen yanlış anlamalar oluyor. Aslında senin anlamadığını söylediğin o mektuplar sana en yakın olduğum zamanlar yazmış olduklarım oluyor.

Yeryüzündeki 38 yıllık yolculuğumdan sonra bir dönemeçte sana rastlıyorum ve bu geç gelen hiç beklemediğim karşılaşma sonrasında ne yapacağımı bilmez şaşırıp kalıyorum. İçimde fırtınalar kopamıyor, bağıramıyorum, çılgınlıklar yapamıyorum bu yüzden"

***

"Kapana sıkışmışım gibi bir hisle yatakta yatıyordum bütün gün. Durmadan seni kendimden uzaklaştıracak bir şeyler arayıp durdum. Kendi kendime kızdım devamlı...

Çılgınca bir korkunun tutsağıyım Milena. Anlıyor musun korkuyorum? Bu koca satranç oyununda yerim yok benim zaten. İlgimi çekmiyor, ben bütün dikkatimi kraliçeye vermişim. Gözlerim yalnız onu görüyor. Şahın yerinde olmak için bütün uğraşmalarım. Bunların gerçekten olmasını istiyorsam artık başka türlü davranmam gerektiğini de biliyorum. Bu yüzden Viyana’da kalma artık demem senden daha çok benimle ilgili, hele şu an söylediklerim isteklerin en masumu en arınmışı belki de. Mutluluğun ta kendisi o...

Mektuplarını tüylerini kabartıp tetikte bekleyen bir kedinin dikkati ile okuyorum.."



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder