11 Temmuz 2012 Çarşamba

TAŞ SOĞUKTUR - JANSET KARAVİN

Ben Janset Karavin. Hemen şurada bir resmim de var; belki bazılarınız beni zaten tanıyorsunuz. Hayır, bir televizyon starı ya da kendini beğenmişin teki değilim, senelerdir İstanbul Kadıköy ve Beyoğlu’nda sokak performansları yaptığım için söylüyorum bunu. Ola ki çarpışmışsınızdır sokakta…
Geçen gün telefonum çaldı, açtım; sevgili Mehmet Demir. Yasemin Göksu, Cem Davran ve Kadıköy Belediyesi arasında Twitter’da geçen bir yazışmadan bahsetti bana. Yazışma kısaca, Cem Davran’ın Kadıköy Belediyesi’ni, sokaklarda düzenledikleri sanat faaliyetleri için tebrikiyle başlayan ve ardından sevgili Yasemin Göksu’nun: “Kadıköy Belediyesi, bağımsız sokak tiyatrosuna da keşke aynı saygıyı gösterseydi. Onlara yapmadıkları hakaret kalmadı!” yanıtıyla sürmüş. Kadıköy Belediyesi ise Göksu’dan bahsettiği olay ile ilgili bilgi talep etmiş bunun üzerine. Buradan sonra ben müdahil oldum ve olayla ilgili doğrudan bilgi verebileceğimi yazdım. Elbette Kadıköy Belediyesi’nin Basın ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden bir yetkili beni aradı numaramı alarak, sabah sabah uzun bir sohbet ettik kendileriyle.

Ne mi dediler? Bildik şeyler! Kadıköy Belediyesi’nin sanata ve sokakta sanata verdiği öneme ilişkin birçok kelam. Yapmakta oldukları etkinlikler, yapacakları etkinlikler vs.

Bir buçuk sene boyunca bana yaptıklarından elbette bihaberdiler. Aylarca Belediye Başkanı Selami Öztürk’le görüşme taleplerimize yanıt vermediklerinden de bihaberdiler. Yazdığımız dilekçeler kuvvetle muhtemeldir ki Özel Kalem Müdürlüğü’nde dosyalara kaldırılmış, çoktan tozlanmıştı.

Bütün bunların şimdilerde sosyal medya aracılığıyla yeniden gündeme gelişi isabet oldu. Sokak performanslarım sırasında yaşadığım olayları derlediğim bir metni kitap olarak yayına hazırlıyorum, bir iki ay içinde basılmak üzere çünkü. 

BEN KADIKÖY’DE NELER Mİ YAŞADIM?

Kadıköy Bahariye Caddesi’nde pantomim gösterileri düzenliyorduk ben ve öğrencilerim. Bu gösterileri yapabilmek için belediyeden düzenli olarak, süreli izinler alıyorduk. Böyle bir iznin gerekliliği benim bakış açımdan tartışmalı olsa da bir rutin bürokrasi işi olarak gene de bunu yerine getiriyorduk. Bütün bir sene kış boyunca, her gün performansa çıkarak, kendi kurguladığımız pantomim parodileri Kadıköylülerle buluşturduktan sonra yaz ayları geldi çattı. Belediye derhal çarşı içinde sokaklara taşırılan masalara yasak getirdi ve aynı yasaktan bizler, ‘sokak sanatçıları’ da nasibimizi aldık.

(Burada bir soluk alma payı vererek balık hafızamızı tazelemek amacıyla şu tweeti atmak isterim: “Bugünlerde İstiklâl Caddesi’ni şöyle bir boydan boya dolaştınız mı?” Her yaz, İstanbul’un her semtinde yinelenen bu yasaktan artık bizler, üretimlerini sokağa taşıyan sanatçılar bıktık!)

Bu yasaklama sürecine rağmen biz, elimizde henüz süresi dolmamış izin belgemize dayanarak sokağa çıkmak istedik, engellendik. Yeni bir izin almak için başvuru yaptık, reddedildik. Bunun üzerine performansa çıktığımız alanda pantomim yapmadan, sahne makyajımız ve kostümlerimizle oturma eylemi yaptık, engellendik. Gene kostümlü ve makyajlı olarak, performans alanımıza giderek, insanlara: “Sizler birer kimlik numarası değilsiniz! Sizler kredi kartı ekstresi değilsiniz! Sizler oy makinesi değilsiniz! Kadıköy Belediyesi, sokak sanatçılarına yasak getirdi!” diye bağırdık tam beş gün, usanmadan. Yalnız biz değil, bizimle beraber, sokaklara çıkıp müzik yapan birçok arkadaşımız da aynı yasaktan mağdurdu çünkü.

BirGün gazetesi başta olmak üzere birçok gazete ve dergi, internet medyası olayı haber yaptı. Biz her şeye rağmen Sayın Bay Başkan’la görüşebilmek için çaba sarf etmeyi sürdürmeyi uygun bulduk ve nihayet Kültür Müdürlüğü’nden bir yetkili bizimle performans iznimiz için pazarlığa oturdu. Karşılıklı telefonlaşmalarla bu pazarlık sürgiti bir buçuk ayımızı aldı. İzin, hangi sokakta, hangi nokta için verilecekti; hangi saa taralıkları için olacaktı, kaç kişi için düzenlenecekti vs. derken bir de baktık ki, üretimimizi halka sunmak arzumuzun vahim neticesi, memurların çaldıkları zamanımız yüzünden atölyemizin kirasını denkleştiremiyoruz!

Mevzuu sakız oldu; kısa keselim! 10 Ekim 2010 tarihinde Kadıköy’den vazgeçtik! (Arada sırada hortlak gibi Bahariye’de görünmek artık onurumuzdu elbette…)

Kadıköy Belediyesi’ne de yüklenmek değil amacım; zaten Beyoğlu Belediyesi de dâhil ülkenin her beldesindeki belediyelerin zabıta ekiplerinin ve kolluk kuvvetlerinin sokakta sanata karşı tavırları benzerdir. Amacım sadece fırsattan istifade, yaşadıklarıma dayanarak sokakta sanatın kayıtdışı kısa tarihini geçmek ve böylece Muhsin Ertuğrul’un her kahvehanede, her sokakta, her köşede insanları sanatla çarpıştırma düşüne küçücük bir katkıda bulunmak.

Bugün İstiklâl ya da Bahariye ya da başka yerlerde karşılaştığınız müzisyenler ve diğer sanatçılar aslında 80 darbesini takip eden 30 yıllık acılı bir sürecin meyvelerini toplayanlardır. Sokağa çıkarak sanatını sergileyen insanların bundan büyük bir çıkar beklentisi içinde olmadıklarını anlamak elbette bir memurun zihni için oldukça güçtür. Sırf sokakta müzik yaptıkları için nezarethanelerde sabahlayan, dayak yiyen hatta işkence gören insanlara teşekkür borçluyuz hepimiz. Bugün devlet erkinin algısında bu kırılma yaşanıyor ve hiçbir işe yaramasa da birileri belediye adına konuşarak telefon açıyorsa bana, bunu sağlayan misal Alatav’dır, Kara Güneş’tir, Siya Siyabend’dir, Koptu Kervan’dır, Samsara İstanbul’dur…

Sanatın sokakta olması, kötü, düzeyi düşük, teşbihte hata olmaz; vodvil olması demek değildir. Sanatı sokağa indiren sanatçılara ‘sokak sanatçısı’ diyorlar. Bir çeşit hakaret tınısı içerdiğinden bu şekilde tanımlamaktan da hoşnut olarak diyorlar, sokağa düşmüş insanlarmışız gibi.

Sokak sanatçısı olmaz; sanatçı, sanatçıdır ve sokakta olmak onun seçimidir. Sokakta olmak ayrıca yürek de ister! Sokakta herkes birdir, eşittir, yan yana durur zenginle fakir, kadınla erkek, cahille âlim. Gözünün içine bakar izlerken, soluk alışverişini duyarsın. Uzanırsa dokunur sana; televizyon gibi soğuk bir camın ardında değilsindir. Seni beğenmeyen izleyici zaping yapamaz. Sokaktadır, dikilmektedir karşında, gözünün içine bakmaktadır; yuhalar. Kimse sana maaş vermez. Bankamatik kuyruğunda beklemezsin, üretirsin, paylaşırsın, takdir ettiğini alırsın insanların.

2014 Darülbedayi’nin 100. yılı olacak. Devletin sanatçısı, sokağın sanatçısı çıkmazları arasında ben derim ki, bizimki ülkelerde sanatçının sokağa çıkması, sanatını sokağa taşırması bir görevdir.

İzlediniz mi Fatih Akın’ın ‘Crossing the Bridge, Sounds of İstanbul’ belgeselini? Sokakta sanat bir toplumun masumiyetiyse eğer, sokakta sanat yaptığı için işkenceler gören bu toplumun masumiyetini, Alatav’ın kalbi Dede’yi orada görebilirsiniz İstiklâl’de karşılaşamasanız bile; onun da dediği gibi: “Taş soğuktur!”

Taş soğuksa sokaklar bizimdir!


(BirGün)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder