Amerika bundan bir yüzyıl sonra yeni bir deccal öldürme operasyonunda, silip süpürdüğü Ortadoğu’nun mazlum halkları adına kod adını Bin Ladin koyar. Maksat deccaller yaşasın, imparatorluk yaşasın…


Bir de şu Geronimo meselesi var. Bin Ladin’in öldürülme operasyonunun kod adı Geronimo konmuş. Belli ki soykırımdan geçirdikleri Kızılderili toplumunun, düşkünleşmiş lideri Geronimo bir deccal olarak yaşatılmaya devam ediyor Amerikalı zihinlerinde. Üstelik bunu karaderili bir başkan döneminde yapmaya devam ediyorlar. Amerika deccalleri olmadan, birhiç, gibi görünüyor. “Bir mazlumdu Geronimo” diyor Enis Batur. “Bin Ladin operasyonunda adının kodlaştırılması hem haksızlık hem stratejik bir hataydı.” Geronimo’nun torunlarından birinin tepkisini dikkate alarak sonradan söz konusu kod adı değiştirilmiş ya, ne anlamı var. Amerika bundan bir yüzyıl sonra yeni bir deccal öldürme operasyonunda, silip süpürdüğü Ortadoğu’nun mazlum halkları adına kod adını Bin Ladin koyar. Maksat deccaller yaşasın, imparatorluk yaşasın…
Sadece operasyonların kodlarında yaşamaz elbette cümle kötülükler, canlı durmaz düşman psikozları, terör paranoyaları. Gerçekle yalan, iyiyle kötü arasında sıkışmış, hanidir hepsini birbirine karıştırmaya niyetlenmiş Batı düşüncesi ve onun Amerikalılaşmış biçimi. “Hoolywood, western klasikleriyle Kızılderili portresinden başlattığı ‘öteki’ figürünü, zaman içinde Pearl Harbor kamikazelerine, Kore’ye, Vietnam’a, Afganistan’a, Irak’a, İran’a transfer ederek, karşıkefede bir kahraman figürü semirtti. Bobinler bu savaşların, savaşımların görüntüleriyle doldu. John Wayne’den Stallone’ye, Indiana Jones’dan Bruce Willis’e geçerken, ortalama Amerikalı makaraları birbirine karşılaştırmaya koyulmuş, bir aktörü başkan, ötekisini belediye başkanı seçerken, kurmacayı hakikatten ayıramaz hale getirilmişti.”
İmgelem ile hayat, gerçek ile kurmaca, gerçek ile yalan arasında bizi bölenleri anımsatıyor bu noktada Batur. Bilemiyoruz şimdilerde, sinema mı hayattan, hayat mı sinemadan beslenmişti diye? İşte o yüzden bakıp duruyoruz başkalarının acılarına. Bakıp durmaktan kendimizi alamıyoruz. Biz baktıkça acı azalıyor gibi oluyor, biz baktıkça gerçekler yalana dönüşüyor.
Peki niye yazıyor Batur bu denemelerde? “(…) sonuna yaklaştığım bu metin, ama senaryo ama sinopsis, kalkıştığımı, dahası tek planlık bir çekim yaptığımı gösteriyor. Yazmak, bir bakıma, bir önkayırma (travelling) yapmak – baştan uca. Kavramın yol(culuk) yapmakla çakışması boşuna mı: Uzun raylar döşenmiş, boylu boyunca ilerlemiş, yolda neyi ne kadar
görebilmişseniz o kadar göstermiş, gösterebilmişsiniz. Bakınız: Hitchcock, İp. Bir yazın metnini, bir sanat yapıtını tamamlayan sürecin onun karşı tarafta katedilmesi’yle gerçekleştiği görüşüne dayanırsak, sıra şimdi sizde, sizin.”

(Sabit Fikir)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder