Bir Mutsuz Kadın; Elizabeth Taylor - Richard Burton, Audrey Hepburn, Rock Hudson, Frank Sinatra, Truman Capote, Michael Jackson gibi birçok ünlü isme ve oyuncunun filmografisine mercek tutan eser; Seberg, Dean ve Monroe kitaplarıyla şenlenen oyuncu biyografilerinin yeni halkası olarak da nitelendirilebilir.
Cahiers Du Cinema’nın Kısa Tarihi - Avrupa sinemasının geçmişine derinlikli bir bakış atma iddiasını taşıyan kitap; sinemanın bir yönetmenlik sanatı olduğu fikrinden yola çıkan ve tarihe ‘auteur’ kavramını hediye eden bir döneme ilgi duyan okurlar için önemli bir kaynak olma işlevini üstleniyor.
Kalan - Kalan, Leyla Erbil’in Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanan 5. romanı. Çıktığı ay (Ekim 2011) 3. baskıya ulaştı. Roman, başkarakterLahzen’in hakikati arama yolculuğu üzerine kurulu. Çocukluğu, gençliği, aile ve arkadaşları, Lahzen’in bilincinden, olgunluk yaşından geriye bakılarak ‘hakikat’ denen bütünlüğün parçaları olarak incelenmiş. Leyla Erbil’in diline aşina olanlar, bu kitapta da yabancılık çekmeyecekler.
Bir Mutsuz Kadın
Onu, henüz 10 yaşındayken kameraların karşısında görenler (“There’s One Born Every Minute”, 1942), geleceğin en ünlü ve sansasyonel kadınlarından biriyle karşılaştıklarından muhtemelen habersizdiler. 1956’da gösterime giren “Giant / Devlerin Aşkı”nda Leslie Benedict performansıyla geniş kitleleri peşinde sürükleyen o kadın, bundan sonra “Hollywood’un Menekşe Gözlü Divası” olarak anılacaktı.
Elizabeth Taylor; kimi zaman Tennessee Williams’ın sorunlu karakterler galerisine büyük bir başarıyla eklemlendi (“Cat on a Hot Tin Roof”, “Suddenly Last Summer”), kimi zaman canlandırdığı kahramanlara benzer kaprisleri ve ölçüsüz davranışlarıyla dev şirketleri batağa sürükledi (“Cleopatra”) ve kimi zaman da kendisini aşk-nefret oyunlarına kaptırdı (“Who’s Afraid of Virginia Woolf”). Ölümü, sinema tarihçilerine göre Hollywood’un Altın Çağı’nın son perdesinin kapandığı anlamına geliyordu.
60 yıldan uzun süren oyunculuk hayatı bir yana, mitosun devam etmesine katkı sağlayan yaşam biçimi, çok sayıda evliliği ve ilginç dostluklarıyla gündemden düşmeyen Taylor’un hayatı, David Heymann’ın kitabında ayrıntılarıyla ele alınıyor. Richard Burton, Audrey Hepburn, Rock Hudson, Frank Sinatra, Truman Capote, Michael Jackson gibi birçok ünlü isme ve oyuncunun filmografisine mercek tutan eser; Seberg, Dean ve Monroe kitaplarıyla şenlenen oyuncu biyografilerinin yeni halkası olarak da nitelendirilebilir. Hakkındaki sonsöz Andy Warhol’un olsun: "Her şeyi var: Büyü, para, güzellik, zekâ. Neden mutlu olamıyor?"
Elizabeth Taylor
C. David Heymann
Turkuvaz Kitap
480 Sayfa, 2012
Sinema Dergiciliğinde Dönüm Noktası: Cahiers Du Cinema
Dilimizdeki karşılığı 'Sinema Defterleri' olan Cahiers Du Cinema’nın doğumunun üzerinden 60 yılı aşkın zaman geçti. 2. Dünya Savaşı sonrası Paris'inde gelişmekte olan film kültürünün bir göstergesi olan dergi; Bazin, J Doniol-Valcroze ve Lo Luca'nın ortak çabalarıyla 1951 Nisan’ında yolculuğa başlamış ve kısa sürede sinema yazınının temellerini sarsmıştı.
Dergi, bir yandan İtalyan Yeni Gerçekçiliği’ne sırtını yaslarken, diğer yandan da Jean Renoir ve Rene Clair gibi yönetmenlerin klasiklerini takip etmeyi sürdürdü; ancak sinema kültürüne asıl katkıyı Truffaut, Chabrol, Godard, Rivette gibi gençlere sayfalarında yer açarak yaptı. Cahiers’in önermeleri arasında yer alan sokakları mekân olarak kullanma, amatör oyuncularla basit hikâyelere yönelme, küçük kameralarla ve hareketli mikrofonlarla çalışma gibi devrim niteliğindeki yaklaşım, zamanla yalnız Fransız sineması için değil, tüm ülkeler adına maliyeti düşük ama kaliteli filmler çekme olanağı anlamına gelecekti. "Sinema bir dildir ve her yönetmenin de bir sinema dili vardır" yaklaşımı da bu dönemde ortaya kondu. 60'lardan başlayarak, çoğunluğu derginin yazarı olarak adını duyurmuş Yeni Dalga yönetmenlerinin başlattığı değişim sürecinin tüm dünyaya sıçraması artık kaçınılmazdı.
Emilie Bickerton imzasını taşıyan “Cahiers Du Cinema’nın Kısa Tarihi”, yukarıda değinilen temel noktalara; “Çetin Sınav”, “Sarı Yıllar”, “Modern Kimyanın Mermeri”, “Siyasallaşma”, “Kızıl Defterler”, “Daney’li Yıllar”, “Anaakımda Bir Dregi”, “Cahiers’den Sonra” başlıkları ekseninde eğiliyor. Yazarın, bir dergi tarihçesinin ötesinde, Avrupa sinemasının geçmişine derinlikli bir bakış atma iddiasını taşıyan kitap; sinemanın bir yönetmenlik sanatı olduğu fikrinden yola çıkan ve tarihe ‘auteur’ kavramını hediye eden bir döneme ilgi duyan okurlar için önemli bir kaynak olma işlevini üstleniyor.
Cahiers Du Cinema’nın Kısa Tarihi
Emilie Bickerton
Agora Kitaplığı
224 Sayfa, 2012
Hakikatin Peşinden Gidebilmek Gerek
‘İnsan hakikatini’ aramaya çıkmak, insan hakikatının bizatihi kendisidir.
Kalan, Leyla Erbil’in Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanan 5. romanı. Çıktığı ay (Ekim 2011) 3. baskıya ulaştı. Roman, başkarakterLahzen’in hakikati arama yolculuğu üzerine kurulu. Çocukluğu, gençliği, aile ve arkadaşları, Lahzen’in bilincinden, olgunluk yaşından geriye bakılarak ‘hakikat’ denen bütünlüğün parçaları olarak incelenmiş. Leyla Erbil’in diline aşina olanlar, bu kitapta da yabancılık çekmeyecekler. Bol ‘üç virgül yan yana’lı dilsel ifadeler kitap boyunca göze çarpıyor. Tek virgül’ün ‘yarım nefes’, noktalı virgülün ise tam nefes anlamına geldiği tanımını kabul edip üç virgüle de ‘derin nefes’ anlamını yüklüyorum.

‘Önsözce’ başlığıyla açılan ilk bölüm; çiçekler, eşyalar ve Rumca bir şarkı ile ayrıntılandırılmış evin tanıtılmasıyla başlıyor. Kitabın birçok yerine hâkim, iyi işlenmiş bir tarz bu: Eşyaların, nesnelerin, duvarların, heykellerin, resimlerin üzerinden anlatılan karakterler, hikâyeler. Örneğin evin mimarı Hacı Murat, artık bu ev olmadan hatırlanamayacak bir adamdır. Bu kısmı okurken, sıklıkla Vladimir Nabakov’un Saydam Şeyler’ini anımsıyorum. O romanda da anlatıcının elinde kimi zaman nesne ile özne yer değiştirir.
Kitabın altmetinlerinden, ilk göze çarpan, Tevrat. Şüphesiz Kur’an ve İncil’e de referanslar bulunuyor. Ama örneğin, Musa Peygamberi taşıyan sepeti bulan Âsiye, Tevrat’ta firavunun kızı, Kur’an’da ise firavunun karısı olarak geçer. Bu kitapta da firavunun kızı olarak anlatılmış. Yine İbrahim’in kurban edeceği oğluTevrat’ta İshak, İslam kültüründeyse (ulemanın çoğuna göre) İsmail’dir. Kalan’da da yazar, İshak’tan yana kanaat belirtir. Gerçi bu kanaatin, yine kitabın altmetinlerinden, Sören Kierkegaard’ın Türkçeye Korku ve Titreme / Diyalektik Lirik ismiyle çevrilmiş kitabından kaynaklandığını da söylemek mümkün.
Kierkegaard, Kalan’ın tamamında, varlığı belirgin, anakarakterin gençliğinde sahiplendiği, kitabın yazıldığı olgunluk dönemindeyse karşısında durduğu bir filozoftur. Karşı durmakla birlikte yine de hak verdiği birisidir Kierkegaard. Kaygı kavramı, özellikle Erbil’in Kierkegaard’la aynı fikirleri paylaştığı kavramdır. Korku ve Titreme / Diyalektik Lirik kitabında Kierkegaard, İbrahim peygamber ve oğlu İshak’ın hikâyesini işler. Ona göre İbrahim, oğlu İshak’ı toplumsal normlar sebebiyle değil, Tanrı’nın emri gereği kurban etmek zorundadır. Erbil ise olaya -daha çok- iki açıdan bakar: Kendisine küçük bir çocuğu kurban olarak isteyen Tanrı’nın ve İshak’ın gözünden. Bana göreyse, anahtar kavram ‘feda kültürü’dür. Yani Tanrı, İbrahim’den oğlunu kurban vermesini isterken, esas sorumluluğu ‘İbrahimoğlulları’na yüklemektedir. Sorgusuz sualsiz ‘en sevdiği oğlunu’ kurban eden bir peygambere tabi olanlar da aynı yükümlülüğe sahiptir. Tıpkı ‘tüm insanlık için çarmıha gerilen İsa’ ve tabi olanlara yüklenen sorumluluklar gibi.
Yukarıda kurban edilen ismin İsmail ya da İshak olduğu hususunda farklı görüşler olduğunu söylemiştim. Burada da asıl ihmal edilen, Tevrat’taki ifadeyle, Tanrı’nınİbrahim’e söyledikleridir:
“Çocuk [İshak] büyüdü. Sütten kesildiği gün İbrahim büyük bir şölen verdi. Ne var ki Sara, Mısırlı Hacer’in İbrahim’den olma oğlu İsmail’in alay ettiğini görünce, İbrahim’e, ‘Bu cariyeyle oğlunu kov’ dedi, ‘Bu cariyenin oğlu, oğlum İshak’ın mirasına ortak olmasın.’ Bu İbrahim’i çok üzdü, çünkü İsmail de öz oğluydu. Ancak Tanrı İbrahim’e, ‘Oğlunla cariyen için üzülme’ dedi, ‘Sara ne derse, onu yap. Çünkü senin soyun İshak’la sürecektir. Cariyenin oğlundan da bir ulus yaratacağım, çünkü o da senin soyun’ (Yaratılış 21, 8-13).”
Bugünkü Arap-Yahudi karşıtlığının ve ‘vaadedilmiş topraklar’ efsanesinin kökenlerini bu cümlelerde bulmak mümkün. İshak ‘en sevilen’, İsmail ise çöle gönderilen oğuldur.
“...sara’dan olma, ibrahim’in kurban edeceği, sormayan itaat eden, sadece sezen, çocuk renklerinden yapılmalıdır ishak” olarak betimlediği İshak’a, Leyla Erbil’in bir de sık sık eleştirdiği din/dinsellik bağlamında ve/veya ötekileştirme bağlamında yaklaşmasını beklerdim.
Konusuna hâkim bir bilgelik dedim. Bilgelik, bilginin dışında ‘sezgisel’ ve ‘serinkanlı’ olmayı gerektiren bir süreçtir. İshak’ın ‘sadece sezen’ kişi olması, ‘doğu bilgeliği’ tanımını daha iyi anlamamız için ipucudur. Kutsal kitaplar başta olmak üzere tüm doğu klasikleri bu sezgisellikten ve bu ‘serinkanlılık’tan beslenir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder