30 Haziran 2012 Cumartesi

MUTSUZ VE TEHLİKELİ

FAUST: Mutsuz ve tehlikeli

Sokurov, dörtlemenin son filmi olan Faust, kolay izlenen bir film değil. Baş döndürücü bir olaylar silsilesi halinde akıyor. Fakat, gerçekten de garip, açıklanması zor bir rüya gibi insanın aklında kalıyor. Zaten rüyaya benzerlik de Sokurov filmlerinin temel özelliklerinden biri

“Faust”un yönetmeni Sokurov’un sineması tarifi en zor sinemalardan biri. Birçok eleştirmen Sokurov’u ele alırken ne olduğundan çok ne olmadığına odaklanıyor ya da tahminen ne dediğini anlatmaya çalışıyor. Yine de yönetmenin bazı karakteristik özellikleri var elbette. Anamorfik (biçimlerin çarpıtıldığı) görüntüler Sokurov’un alamet-i farikalarından biri mesela. 

Sokurov’un sinemaya 1978’lerde başlıyor. Eski sosyalist ülkelerden komünist bir yönetmen çıktığı görülmüş, duyulmuş şey değildir. Ken Loach gibi Troçkist komünistler, Fernando Solanas gibi ulusalcı solcular hep kapitalist ülkelerden çıkar. Sokurov da eski Sovyetler birliğinde doğan (1951) bir aydın olarak, geleneğe uymuş ve sıkı bir anti-komünist olarak safını almış. Bu durum Sokurov’un istediği eğitimi almasını ve filmler üretmesini engellememişse de bu filmleri gösterime sokması hayli sorunlu olmuş. Rusya’da artık sosyalizm değil vahşi kapitalizm var ama Sokurov için değişen pek bir şey yok. Yine filmlerini görece kolay bir biçimde finanse edebiliyor (çünkü Sokurov’un Putin’le arası çok iyi) ve filmlerini ülkesinde yine gösteremiyor. Hatta 2004 yılında Rus Film Akademisi’nin “Güneş”i yılın en iyi filmine aday göstermesine, Rus halkının Sokurov adını bilip, çektiği filmleri bilmemesini doğru bulmadığı için reddetmişti. “Filmlerim ne televizyonda ne de sinemalarda gösterilmiyor, onun yerine ticari Amerikan filmleri her yeri işgal ediyorsa, varsın “Güneş” aday olmasın” demişti. Sistemler değişse de bazı şeyler aynı kalıyor. 

BİR MÜZİSYENİN KEŞFİYLE SOKUROV

Sokurov’un ismine dünya kamuoyu, beklenmedik bir sanatçının yazdığı bir yazı vesilesiyle aşina oldu. Bu isim rock müzisyeni Nick Cave’den başkası değildi. 29 Mart 1998’de Nick Cave, Independent gazetesinin Pazar ekine “Başından Sonuna Kadar Ağladım, Ağladım, Ağladım” başlıklı bir yazı yazdı. Nick Cave ciddi bir sanat tarihi, sinema ve psikoloji bilgisine sahip olduğunu kanıtlayan bu yazıda “Ana ve Oğlu” filminden yola çıkarak Sokurov’un sinemasının belli başlı özelliklerini saptıyordu. Neydi bu özellikler? Öncelikle Sokurov sineması resim sanatıyla doğrudan bir ilişki içindeydi. Filmin her karesi, Alman Romantik ressamlarından Caspar David Friedrich’in (ki Tarkovski’ye de ilham vermiştir) puslu manzara resimlerini çağrıştırıyordu. Diyaloglar çok da anlamlı değildi, daha çok atmosfer ve yaşanan anın duygusu ön plandaydı. Filmde pek bir şey olmuyordu. Ölmekte olan yaşlı bir kadınla oğlu bir eve gidiyorlar, oğul annesine yemeğini yediriyor, saçlarını tarıyor, sonra çıkıp biraz dolaşıyordu. Geldiğinde annesini ölmüş buluyordu. Ölenin hikâyesini değil; kalanın, yasa bürünenin duygusunu anlatmıştı Sokurov. Nick Cave’in müzisyen kimliğinin dışına çıkıp, sinema eleştirmenliğine soyunmasıyla, Sokurov adı çok geniş bir kitle tarafından duyuldu. Yönetmen yine ölmekte olan iki insanın bu kez bir baba ve oğlunun hikâyesini de “Baba ve Oğlu”nda (2003) anlatacaktı. Yönetmenin ilham kaynağı ressam bu kez Turner’dı. Sevgi eksikliği değil de, sevgi çokluğunu anlattığı bu iki filmlik dizi “İki Erkek ve Bir Kız Kardeş” filmiyle bir üçlemeye dönüşecek önümüzdeki yıl. 

SANAT BİTMİŞ BİR BİNADIR

Sokurov, üçlemeleri, dörtlemeleri seviyor. Aile üçlemesi nasıl ardı sıra çekilen filmlerden oluşmadıysa, güç dörtlemesi (tetraloji) de birbiri ardına çekilen filmlerden oluşmadı. “Ana ve Oğlu”nu şaşırtıcı bir şekilde Hitler’in hayatından bir kesit sunan “Moloch” izledi. Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” ya da “banalliği” kavramı etrafında örülmüş gibi duran bu filmi, Lenin’in son günlerini anlatan “Taurus” takip etti. “Politika ve tarih beni ilgilendirmiyor” diyen Sokurov’un derdi, güçlü tarihsel kişilikleri basitlikleri içinde anlatmak, bir tiyatroya dönüştürdüklerini düşündüğü hayatlarını sergilemekti. Ama bireyi tarihsel ve toplumsal çevresinden soyutlayarak ne kadar anlatabilirsiniz? Zeki Demirkubuz “1001 Gece Masalları”nda söylenecek her şey söylenmiştir derken, Sokurov “İncil”de anlatılacak bütün hikâyelerin anlatıldığını söyler. Sanatta yenilik imkânsızdır. Sanat bitmiş bir binadır. İçine yeni bir sanatçı girebilir ama binada yapılabilecek yeni bir şey yoktur. 

İKİ FAŞİSTİN ARASINDA BİR DEVRİMCİ

Bu görüşlere bir yere kadar katılmak bence de akla yatkın. Nihayetinde Ödipal karmaşa gibi bir kavram da benzer bir biçimde, antik çağlardan beri aynı trajedilerin yaşandığına işaret eder. Fakat Sokurov’un, gücün doğasına dair yaptığı “sinematik tetralojisinde” Hitler’i, Lenin’in, Lenin’i de Japon İmparator Hirohito’nun izlemesi, epey bir politik şuursuzluğa işaret ediyor. İki faşistin (Hitler ve Hirohito) arasında bir devrimci (Lenin) var ve Sokurov hepsini aynı kefeye koyuyor, hepsini “hayatlarının kumarını kaybeden büyük kumarbazlar” başlığı altında birleştiriyor. 

ANONİM BİR HALK HİKÂYESİ

Dörtlemenin son filmi olan Faust, Sokurov’un bugüne kadar sinema festivallerinde elde ettiği en büyük başarıyı yakaladığı filmi oldu. Faust’un Venedik’te Altın Aslan’ı kazanmasına hayret edenler olduğu gibi, jüri başkanı Darren Aronofsky gibi hayatlarının, bu filmi seyrettikten sonra değiştiğine inananlar da var. “Faust” anonim bir halk hikâyesi aslında. Yazılı ilk versiyonları 1587’ye uzanıyor. Christoph Marlow 1593/4’te “Doktor Faustus” adlı eserini yayımlıyor. Filme temel teşkil eden eser ise, yaratım süreci Johann Wolfgang von Goethe’nin neredeyse bütün hayatına yayılan ve 1832’de tamamlanan meşhur “Faust”u. Sokurov’unki serbest bir uyarlama, Goethe’nin eserinin daha çok ilk bölümüne dayanıyor ve gayet iyi bilindiği gibi, Doktor Faust’un çıkar elde etme (filmde cinsel bir çıkar söz konusu) karşılığında ruhun şeytana satılmasını anlatıyor. “Faust”un, Sokurov’un genel çizgisinden farklı bir yanı var, o da filmin çok yoğun diyalog içermesi. Kolay izlenen bir film değil “Faust”, baş döndürücü bir olaylar silsilesi halinde akıyor. Fakat, gerçekten de garip, açıklanması zor bir rüya gibi insanın aklında kalıyor. Zaten rüyaya benzerlik de Sokurov filmlerinin temel özelliklerinden biri. Dörtlemenin özünü Sokurov, şöyle ifade etmiş: ‘Kötülük yeniden üretilebilir bir şeydir ve Goethe bunu şöyle formüle etmiştir: “Mutsuz insanlar tehlikelidir”’ Hayatında hiç komedi filmi yapmamış ve gülümseyen bir resmine pek de rastlanmayan Sokurov için de aynı şey söylenebilir belki. 

(Bu yazının bir versiyonu Milliyet Sanat dergisinin Haziran 2012 tarihli sayısında çıkmıştır)


Cüneyt CEBENOYAN (BirGün)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder