Tiyatronun Ekonomi-Politiği’ne Giriş
1
Anti-demokratik bir toplumun alt topluluklarının genel örgütlenişe uyumlu yapıları olağan karşılanıyor. Anti-demokratik toplumlardaki her türlüörgütlenmede katılaşmış/alışılmış yapı hüküm sürüyor. Çünkü gündüz-gece, yaz-kış gibi genel örgütleniş yapısı doğalaştırılmış. Çünkü artık doğalaşmışgenel örgütleniş yapısını kıran her girişim yadırganıyor; tehlikeli algılanıyor; tecrit ile tehdit ediliyor veya cezalandırılıyor. Anti-demokratik toplumlar esasen kendi gelişim olanaklarını (yaratıcı potansiyellerini) tecrit ederek gömüyorlar.
2
Güç ilişkilerinin egemen olduğu anti-demokratik toplumlarda öncelikle adaletsiz ekonomik düzen ve düzeni kollayan kaynaştırıcı soyut idealler yönetici sınıf tarafından sürekli muhafaza ediliyor. Ardından yönetici sınıfı vareden, ekonomiyi tanzim eden sınıf sürekli muhafaza ediliyor. Ve son olarak her iki sınıfa kuramsal/kılgısal düzeyde servis veren kurum ve kişiler sürekli muhafaza ediliyor.
Bunlar gücün, toplumun ürettiği ekonomik gelirin ve de hizmetin büyük bölümünü paylaşıyorlar. Daha aşağıda parçalanarak güçsüzleştirilmiş, genel gelirin ve de hizmetin pek azıyla yetinmek zorunda kalan sayıca çok bir ‘kitle’ yaratılıyor. Bu ‘kitle’ idealler ve yoksullukla başbaşa bırakılıyor. Yoksullar, kendi aralarında iş olanaklarına, mesleklerine, gelir düzeylerine göre ayrı katmanlara ayrılıyor. En aşağıda da işsiz, evsiz, güvencesiz, kimliksiz ‘sefil bir gürûh’ yaratılıyor. Böylece anti-demokratik bir toplumun süreklilik kazandırılmış hiyerarşik genel örgütleniş yapısı her gün yeniden üretilmiş oluyor. Ve ailenin, işliklerin, fabrikaların, odaların, derneklerin, sendikaların, siyasi partilerin, tiyatroların örgütlenişi, genel yapıyla uyumlulaştırılıyor.
3
Toplumu bir bütün olarak ve ayrı ayrı örgütleyen hiyerarşi*, kafa ve gövdenin kesin bir biçimde birbirinden koparılması; insanların küçük bir kısmının sürücü, büyük bir kısmının araç; küçük bir kısmının özne diğerlerinin nesne olarak sunulmasıdır…
Anti-demokratik toplumlarda hiyerarşi, (acı bir hata yapılarak) kafa ve gövde ilişkisine benzetilmiş. – Keşke hiyerarşi gerçekte de bu benzetmedeki gibi olsaydı! O zaman gövdenin duyduğu küçücük bir acıyı kafa hissetmek zorunda kalırdı. O zaman toplumsal kafa toplumsal gövdenin ihtiyaçlarına istese de duyarsız kalamazdı. Fakat gerçekte toplumsal kafayla toplumsal gövde birbirinden ayrılmış.
Peki, hiyerarşi marifetiyle insanların büyük bir çoğunluğu yoksullaştırılıyor; yaratıcı potansiyelleri iğdiş ediliyor iken hiyerarşi neden talep edilir? Başka türlüsünün mümkün olamayacağına inanıldığı için. Ama çok daha önemlisi, insan teklerine idealler(l)e boğulmuş yoksul çoğunluk’tan kopma umudu aşılandığı için.
Ne ki efendilik-kölelik, ağalık-kulluk yansımalarıyla mücadele eden bir demokraside adil bir ekonomik düzenin yanı sıra her anlamda kafayı gövdeden koparmak veya buna destek olmak kabul edilemez. Öyle ya, insan yaşamak, kafası ve gövdesiyle yaşamak için dünyaya gelmiş.
4
Sanatsal anlatılarımız, dışavurumlarımız içinde bulunduğumuz toplumsal ve doğal yapıyı nasıl algıladığımızla da ilişkili. Fakat özellikle tiyatro, opera, dans, sinema gibi bileşik sanatlar örgütlenişleriyle de bir şey anlatıyorlar. Bu bakımdan tiyatronun örgütlenişi sergilediği yapıtlara kuşkusuz damgasını vurur. Bir tiyatro hem demokrasiyi savunup, hem ‘biat evleri’ gibi örgütlenemez. Demokratik yapıdaki bir örgüt, üretim sürecini tüm bileşenlerinin katılımıyla sürdürür. İş bölümünden doğan sorumluluklar nedeniyle bir unsur diğerinden üstün, ayrıcalıklı sunulamaz.
5
Tiyatro, tüm karşıt toplumsal örgütlenmeler gibi insanileşme serüvenimizin bir parçası. Bu yüzden birçok tiyatro da insani özlemler ve tartışmalarla yola çıkabilir. Ancak hiyerarşik örgütlenme biçimleri o tiyatroları ömürsüz kılar yahut sanatçılarını budayıp, iğdiş eder. Özlemler günün hâkim değerlerine, tartışmalar itaate dönüşür. Bu yüzden ömürlü/verimli bir tiyatro, ancak özlemleri ile örgütlenişi arasında uyum sağladığında mümkün. Oysa bugün ömürlü ve verimli tiyatrolardan değil, sanatçılarını kaçırtıp duran, kendilerinden gayrısını kötüleyen tiyatro sahiplerinden ve yamaklarından söz edebiliriz.
Bir yazarın, bir bestecinin yaşamı nasıl sanatının sinirleri ise tiyatronun yaşamı da (örgütlenişi: iş bölümü, üretim süreci, sunumu ve dolaşımı) yapıtlarının ruhudur. Tiyatronun yapıtlarının ‘verdiği ileti’ ne kadar insancıl olursa olsun, yaşamı ‘verdiği ileti’ ile çeliştiği ân o tiyatro kendini imhaya başlar. Varlığıysa ancak güç ilişkileriyle sürer.
6
Özgürlük, kendini var ederken gayrısını yok etme özgürlüğü müdür?
acikkoyu.wordpress.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder